Yaşar Nuri Öztürk - Aynı Kitabın Değişik Tarihlerde Değişik Tercümeleri
Yaşar Nuri Öztürk, İslam konusunda, son senelerde Türkiye'nin çok yakından tanıdığı bir isim. Türk halkı, İlahiyatçı Profesör titrini taşıyan Yaşar Nuri Öztürk'ü, ilk olarak bir zamanlar Flash TV'de yaptığı dini sohbetlerle tanıdı. Devam eden haftalarda, Yaşar Nuri Öztürk, programına sonradan Müslüman olan, sadece Müslüman olmakla kalmayıp aynı zamanda bir İslam araştırmacısı da olan, Danimarkalı Profesör Hans von Aiberg'i çıkartmaya başladı. Yaşar Nuri Öztürk ile Hans von Aiberg ne şekilde anlaşıp program yapmaya başladılar, bilmiyoruz. Önceleri bu ikili programı çok iyi götürüyorlardı. Halk, pür dikkat dışarıdan katılımların da olduğu bu ikilinin programını izliyor, biri, karşılıklı soru cevap programı idare ederken, öteki ise muhteşem Türkçesi ile, İslam'ı bilimsel ! olarak izah ediyordu. Hans von Aiberg, bu bilimsel izahları yaparken, ikide bir kendisinin Türkçeye ne kadar vakıf olduğunu söylüyor, Türklerin ise kendi dillerine yeterince ilgi göstermediğinden de yakınıyordu.
Bu beraberliktelik, bir gazetecinin, Hans von Aiberg'in, aslında
bir zamanlar gazetelerde, Falınız Diyor ki, sütünlarını hazırlayan , Bülent
Ayberg adında Erzincanlı sahtekar bir gazeteci olduğunu ortaya çıkarması
ile son buldu. Bülent Ayberg'in gazetede boy boy resimleri çıktı. Muhterem
İslam bilimci, biraz da asalet düşkünlüğünden olacak, soy isminin başına
von ibaresini eklemeyi de ihmal etmemişti. Bu şekilde kendisinin ne kadar asil
bir Avrupalı aileden geldiğini vurgulayarak, biraz da buradan prim toplamak
gayretleri içindeyken, işin foyası meydana çıkınca, bu ikilinin programı son
buldu. Yaşar Nuri Öztürk, gerçekte kendisinin de aldatıldığını, başından
beri Bülent Aiberg'i, Danimarkalı Profesör Hans von Aiberg olarak tanıdığını
iddia etti. Yani, bu iddiaya göre, Yaşar Nuri Öztürk, kendisini
Danimarkalı bir profesör olarak tanıtan bir kişiyi sorup sormadan programına
çıkartmış ve aldatılmıştı. Gerçekten öylemiydi, değilmiydi işin bu yönünü
bilemiyoruz, ancak zamanla Yaşar Nuri Öztürk'ün, biraz sonra ortaya koyacağımız
bugüne uzanan bazı aleni saptırmaya yönelik yaklaşımlarını izledikçe,
acaba ilahiyatçı profesörümüz, gerçekten de Flash TV'deki o programı
yapaken, Bülent Ayberg'in gerçek kimliğini bilmeden mi programına çıkartıyordu
diye bir soruyu kafamızdan geçirmeden yapamıyoruz.
Türkiye'de irticai faaliyetlerin iyiden iyiye kol gezdiği bir zamanda,
aileden gelme duygularla bağlı olduğu dininden soğumak istemeyen insanlar,
Flash TV skandalını hemen unutup, İslam Dinini, kendine göre yorumladığı
ılımlı bir yaklaşımla, görüldüğünden çok daha iyi bir din gibi
tanıtmaya çalışan bu İlahiyatçı Profesörü hemen benimsedi.
Bu İslam Profesörü, hiçde gerici değildi. İslam'ı gerçekten de iyi anlatıyordu.
Hem üstelik o gerici İslamcılara da karşıydı. Özellikle, çarşafa,
ya da, türbana girmek istemeyen Türk Hanımları, tam istedikleri İslam'ı
kendilerine anlatan bu İlahiyatçı Profesörü çok, hem de çok sevdiler.
Profesörümüz de bu sevgiyi, kendisine TV programlarında sorulan sorulara,
ilgili cevabın hangi kitabında olduğunu söyleyerek boş bırakmadı. Hanımlarımız
da, bu profesörün TV'lerden kendilerine önerdiği kitaplarını kapış
kapış alarak sevgilerini sadece manevi değil maddi olarak da gösterdiler.
Bu şekilde kitap satışını yapmak için TV programlarını da akıllıca
kullanan İlahiyat Profesörü, o zamandan bu zamana epey kitap yazdı. Yazdı,
sattı, yazdı sattı, sattıkça tekrar yazdı. Ancak bu kadar çok yazınca
da, yazdıklarında bir takım tutarsızlıklar çıktı. Halkın
kendisine gösterdiği bu sempatinin verdiği rahatlıktan olacak, bir yazısında
da biraz fazla ileri gidiverdi. Öyleki, bir gün geldi çıplak uyarıcı
olarak neredeyse Mehdi olacaktı. Bir uyarıcıdan bahsediyordu, ne tesadüf ki,
bu bahsettiği uyarıcı da kendisi gibi 1945 doğumluydu. Bu yaklaşımı
konuyla ilgilenen bazı TV program yapımcılarının ilgisini çekti. Hiç
beklemeden hemen konunun üzerine gidiverdiler. Ancak, durumu hemen farkeden
aceleci gazetecilerimiz, bastığı yeri yoklayarak ufak adımlar atan profesörümüzün,
mehdilik yolunda biraz daha yürümesini beklemeyip, erken hareket ettikleri için,
İlahiyatçı Profesör'e de bastığı yerin çürük olduğunu anlayarak,
vaktinde çark edecek imkanı vermiş oldular. Eğer kendisine yeterli süre bırakılsaydı,
üstad bugün çok daha fazla rating alabilecek bir konu üzerinde ! epeyce
ilerlemiş olabilecekti.
Sadece Yaşar Nuri Öztürk için değil, düşünürsek bugün halk tarafından
İslam gerçeği tam olarak anlaşılsa, ilahiyatçı olarak profesör olanların,
hiçbirinin ne profesörlükleri kalır, ne de ilahiyatçı konumları. Şeriatçı
zihniyet dediğimiz İslami kesim, bağlı bulundukları topluluklara göre,
aralarında fıkıhsal bazı farklılıklar olmakla birlikte, görüldüğü
kadarı ile İslam'ı gerçekten bilen ve o şekilde tatbik etmek isteyen
kesimdir. Bu kesime karşı olduğu halde, kendisini Müslüman olarak tanımlayan,
ama gerçekte büyük bir yüzdesinin, belki de tamamının Kuran'ı bir kere
bile okumamış olduğu Müslümanlar ise, onları irticacı olarak tanımlamakta,
dışlamakta ve hatta gerçek Müslüman olarak bile görmek
istememektedirler.
Şeriatçı denilen İslami kesimin gerici olup, olmadıkları tartışması ayrı
bir konudur. Burada, tartışılması gereken, Yaşar Nuri Öztürk
gibilerinin, İslam'a nasıl makyaj yaptıkları ve bu makyajla İslam'ı nasıl
cici bir din gibi göstermeye çalışmaları, bu yaklaşımların toplum için
ne derece doğru, ne derece yanlış olduğudur.
Önce Yaşar Nuri, meallerinde bilerek ne gibi saptırmalar yapmaktadır,
bunlara bakalım.
Diyanet Vakfı ve Diyanet İşleri dahil olmak üzere birçok mealde, Nebe
Suresi 32 ve 33. ayetler şu şekilde geçer ;
31. Şüphesiz
takvâ sahipleri için de başarı ödülü vardır.
32. Bahçeler,bağlar,
33. Göğüsleri
tomurcuk gibi kabarmış yaşıt kızlar,
Elmalılı
Hamdi Yazır gibi, bir çok eski meal yazarı da aynı ayetleri şu şekilde çevirmiştir
;
32.
Bahçeler var, bağlar var.
33.
Memeleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar var.
Bugün için, memeleri henüz tomurcuklanmış kızlar ifadelerinden anlaşılan,
12-13 yaşlarında kızlardır. O günkü Arabistan'da, kızların erken geliştiği
iddiası göz önünde bulundurulursa, bu yaş sınırı daha da aşağılarda düşünülebilir.
Haliyle
burada bir çok kişinin aklına gelecek soru, Allah'ın bu kadar ufak kızları
cennetinde erkeklere vermesi ile yüceliğinin çelişmesi olacaktır. Bu
çelişki ise, İslam inancını yaralayıcı bir olgudur, çünkü kişi
sorgulamaya başlarsa, çok daha farklı şeyler de sorgulamaya başlayabilir.
Yaşar Nuri Öztürk, bunun farkındadır ve mealinde 33. ayetin gerçek
ifadesinden dışarı çıkarak ayeti şu şekilde verip geçiştirir
;
31. Takva sahipleri için bir kurtuluş ve bir zafer
vardır.
32. Sulak bahçeler, bağlar, üzümler,
33. Göğüsleri turunç gibi yaşıtlar,
34. Dopdolu kadehler vardır.
Ne demektir göğüsleri turunç gibi yaşıtlar ? Bu yaşıtlar erkek midirler, ne yaparlar ? Neden göğüsleri turunç gibidir, cennet bahçelerinde çok mu spor yapmışlardır ? Turunç gibi olmasının önemi nedir ki, ayet bunu özellikle belirtmiştir ?
Daha önceki meallerde, memeleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar,
ifadesi açık bir şekilde, takva sahibi için sexsüel bir sunuş
sunmaktayken, Yaşar Nuri Öztürk, bu anlamın anlaşılamaması için, ifadeyi
bulandırmaktadır. Çünkü bu ayet tek başına, Kuran'ın Allah kelamı olup
olmadığının sorgulanması için yeterli bir etkendir. Bu ayetle ilgili diğer
ayet örnekleri için bakınız Cennet ve Huriler.
Özellikle kadınların sorgulamaya başladıkları bir diğer ayet de, çok
bilinen, üzerinde çok konuşulan Nisa 34'dür.
Önce Diyanet Vakfı Meali'ne bakalım ;
Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve
mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve
koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah'ın kendilerini
korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar. Baş
kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız
bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat
ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir,
büyüktür.
Mealde görüldüğü gibi, itaatsizlik etmesinden endişe edilen kadın önce
uyarılmalıdır, sonra yatakta yalnız bırakılmalıdır, bu da yeterli
olmazsa dövülmelidir. Yaklaşık olarak, bütün meallerde anlatılan
budur.
Yaşar Nuri Öztürk, bu ayeti önceki meallerinde kendisi de aynı şekilde tercüme etmiştir. Ayetin sonunda dövün ifadesi açıkça kullanılmıştır.
Erkekler; kadınları kollayıp gözetici kılınmışlardır. Şundan
ki Allah, erkeklerin bazılarını bazılarından üstün kılmıştır. Ve erkekler
mallarından bol bol harcamışlardır. İyi ve temiz kadınlar saygılıdırlar;
Allah’ın kendilerini koruduğu gibi, gizliliği gereken şeyi korurlar. Sadakat-sizlik
ve iffetsizliklerinden korktuğunuz kadınlara önce öğüt verin, sonra onları
yataklarında yanlız bırakın ve nihayet onları evden çıkarın, yahut bulundukları
yerden başka yere gönderin, yahut dövün. Bunun üzerine size saygılı
davranırlarsa artık onlar aleyhine başka yol aramayın. Allah çok yücedir,
sınırsızca büyüktür.
Yaşar Nuri Öztürk, bu ayetle ilgili olarak Kuran'daki İslam adlı
kitabında aşağıdaki açıklamayı
getirir.
Bu ayetteki fadribü kelimesi Kur’an’da kullanılan anlamlarından yanlız bir tanesiyle kayıtlanmış ve emirden hep dövmek çıkarılmıştır. Bütün tevillerini ve yorumlarını kadın aleyhine yapan yaklaşımlardan zaten başka şey beklenemezdi. Oysa ki kelimenin diğer anlamları, ayetin amacını ve düzenlenen konunun maksadını çok daha doyurucu biçimde önümüze koymaktadır. İşin esası şu ki, Kur’an birçok yerde sergilendiği kelam mucizesini burada da sergiliyerek, bir tek kelimeyle birkaç alternatifi birden vermiştir.
Biraz teknik detay verirsek şunları söyleyeceğiz; Fadribü emrinin kökü olan darb kelimesinin 30’a yakın anlamı içinde en önemlilerinden dördü, vurmak dövmek, hurüc(çıkmak), zehab (gitmek) ve dolaşmaktır.(bk. İbn Manzür, Lisanül Arab, darb md.) Ve darb kelimesi Kur’an’da bu anlamların hepsinde kullanılmıştır. (bk. 2/60, 73, 273; 3/156; 4/101; 7/160; 8/12, 50) Durum bu olunca konumuz olan ayetteki emri bu anlamların muhtemel olan herbiriyle değerlendirmek gerekmektedir. Buna göre emri aynı zamanda if’al kalıbından da aldığımızda ifade ettiği manalar şunlar olur:
1-Onları evden çıkarın.
2-Onları bulundukları yerin dışına gitmek zorunda bırakın.
3-Onları dövün.
Kur’an böylece içinde bulunulan duruma ve karşılaşılan şartlara göre bu üç seçenekten birinin kullanılmasını istemektedir. Ve dikkat edilirse ilk iki seçenek, düzenlenen konuda sonuç almak bakımından hem insan psikolojisine hem de hukuk mantığına daha uygundur.
Emri dövmek anlamında almamız durumunda ise şunları söylememiz gerekiyor:
Ayet aile düzenini, toplum ahengini bozucu davranışlar içine giren kadınları düzeltmek için üç aşamalı bir çare getirmiştir. Bunların ilk ikisi (öğüt,yatakta yanlız bırakma) bireysel ve psikolojik, üçüncüsü (dövme) ise maddi yaptırımdır. Burada dikkat edilecek nokta “dövün” emrinin muhatabını iyi belirlemektir. Kadına zulmetmeyi bir tür meziyet gibi gören anlayış, bu emri her kocanın karısını dayağa çekmek serbestisi gibi yorumlamıştır. Bu asla doğru değildir.
Çünkü burada darb (dövme) gibi bir maddi yaptırım vardır. Yani bir had söz konusudur.
Hadlerin uygulanması ise kamu otoritesinin işi ve hakkıdır. Buradaki beyanı kocanın karısını dövmesi anlamında almak bir saptırmadır. Kur’an, bozuk düzen giden kadını hizaya getirmek için önce kocayı seferber etmiştir. Koca, kadına öğüt verecek, sonrada onu yatağında yanlız bırakarak dikkatli olmaya zorlayacaktır. Bu iki aşama bireyseldir. Bu aşamalarda başarı sağlanamamışsa, kamu otoritesi devreye girecek ve insan için en ağır ve aşağılayıcı cezalardan biri olan dövme uygulanacaktır.
Bunun nasıl ve hangi ölçüler içinde, hangi şartlarda uygulanacağına kamu otoritesi karar verecektir. Kur’an’ın genel ruhu ve hukuk mantığı bunu başka türlü anlamamıza müsade etmez.
Bu konu, kadın ve dayak bölümünde ayrıca işlendiği
için tekrar üzerinde durmayacağız. Ancak burada dikkat edilmesi gereken, Yaşar
Nuri Öztürk'ün hem kitabında, hem mealinde kadının dövülmesi ile ilgili
ayete ifadelerinde yer vermesidir. Ancak, İlahiyatçı Profesör, muhtemelen
kendisine sempati duyan hanımların, 'aman hocam hiç Allah böyle ayet gönderir
mi' tepkileri ile karşılaşmış olacak ki, son basılan mealinde, Nisa 34
ayetindeki, dövün ifadesini tamamen ayetten çıkarmıştır. Ayrıca eski
mealde yer alan ve ayetin arapça aslına daha uygun bir ifade olan,
sâliha kadınlar itaatkârdır ifadesi, herhalde itaatkardır
ifadesinin kadınlar için fazla ağır olduğu düşünülerek kaldırılmış,
yeni mealinde İyi
ve temiz kadınlar saygılıdırlar şeklinde değiştirilmiştir.
Nisa 34'ün yeni mealdeki çevirisi aşağıdaki gibidir ;
34.Erkekler; kadınları gözetip
kollayıcıdırlar. Şundan ki, Allah, insanların bazılarını bazılarından
üstün kılmıştır ve erkekler mallarından bol bol harcamışlardır. İyi
ve temiz kadınlar saygılıdırlar; Allah’ın kendilerini koruduğu gibi,
gizliliği gereken şeyi korurlar. Sadakatsizlik ve iffetsizliklerinden korktuğunuz
kadınlara önce öğüt verin, sonra onları yataklarında yalnız bırakın ve
nihayet onları evden çıkarın/bulundukları yerden başka yere gönderin!
Bunun üzerine size saygılı davranırlarsa artık onlar aleyhine başka bir
yol aramayın. Allah çok yücedir, sınırsızca büyüktür.
Hocamız,
bundan sonra hanımlara içinde kadını dövün ayeti bulunmayan makyajlanmış
daha cici bir Kuran Meali sunduğu için, sempatik görüneceği şüphe götürmez,
ancak kendisinin, gerçekten inancı varsa, hatırlaması gerekir ki,
Kuran'da bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırmak veya manasını değiştirmek
İslam inancında sadece Allah'a mahsustur.
Bakara / 106. Biz, bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak (ertelersek) mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kadirdir.