Hilafetçilerin Görüşleri / Siyasal İslam
İSLAM'DA PARTİYİ DESTEKLEME YOKTUR
VE GÜNAHTIR!..Kur’an şöyle der:
"Bile bile hakkı batıla karıştırmayın, hakkı kıtmetmeyin!" (Bakara, 42)
Bilindiği ve bizim defalarca ifade ettiğimiz gibi İslam; hem dindir hem
devlettir, hem ibadettir hem siyasettir. İslam Dini’nin özünde ve yapısında siyaset
vardır, devlet vardır. Hem öylesine vardır ki, din-devlet ilişkisi, ruhla beden gibi
birbirini tamamlayan iki unsurdur. Binaenaleyh, bunları birbirinden ayırmak mümkün
değildir. Bu itibarladır ki:
"Devlet demek, dinin hayata ve hayatın her kademesine ve her kuruluşuna hakim
olması demektir."
Dava ve metod:
Dava demek, Şeriat-ı Muhammediye’yi hayatın butününe hakim kılmaktır. Metod ise,
Şeriat’ı hayata hakim kılmanın yoludur.
Şimdi bir soru ortada: Bu yol parti midir, tebliğ midir?
El-Cevab: Parti olamaz. Neden? Çünkü:
1- Particilik vahye dayanmaz; hakkında ne bir ayet vardır ne de bir hadis.
2- Particilik hakkı batıla karıştırmadır; bir uzlaşma politikasıdır. Küfrü
İslam’a bulaştırma ve karıştırmadır;
3- Particilik taviz vermedir:
a) Particilikte hareket noktası kemalizm olduğu gibi, gayesi de kemalizmi korumak ve
yaşatmaktır (partiler kanununa bak!);
b) Particilikte "Besmele" Mustafa Kemal adına çekilir (parti tüzüklerine bak!);
c) Particilikte esas, kemalist anayasadır (parti tüzüklerine bak!);
d) Particilikte parti mensublarının feyz ve bereket kaynağı
Anıtkabir’dir (parti kurucuları, Refah da dahil, hep oraya koşarlar ve istisnasız
hepsi koşmuştur...);
e) Particilikte yemin, şeytanî bir yemindir;
f) Particilikte partiler Allah’ın değil, putun gözetimi altında çalışırlar;
g) Particilikte particilerin binalarına melekler girmez. Çünkü, resim asılıdır;
şeytanlar cirit atar;
h) Particilikte partiler, İslam’ın değil, İslam’la
uzlaşması mümkün olmayan demokrasinin vazgeçilmez unsurlarındandır;
i) Partilicilikte partiler Kemalist kâfir rejimini ayakta tutan kuruluşlardır;
j) Particilikte partiler, müslümanları uyutma ve avutma politikası güderler.
Bunun da ötesinde, demokrasi ve onun vazgeçilmez unsuru partiler,
gözlerde büyütüle büyütüle, kafalar meşgul edile edile adeta bir din haline getirilmekte ve; "Sizin dininiz size, bizim dinimiz de bize!" şeklinde ilahî beyanla yasaklanan küfürle uzlaşmaya ve şirke bulaşmaya müslümanlar sinsice itilmektedir.DÜNYAYI FESADA VEREN İKİ PUT
Tevhid akidesi:
İKİ PUT VE İKİ SİSTEM:
Günümüzün dünyasının gündeminde iki put vardır. Bunlardan biri komünist
sistem, diğeri demokratik sistemdir. Aralarında farklar varsa da "Rabb"
tanımama da "Rabb"in hâkimiyyetini kabul etmemede müşterektirler,
aralarında dolayısıyla bir fark yoktur. Komünist sistem
"Rabb"i red ve inkâr eder, varlığını kabul etmez ve inanmaz.
Demokratik sistem ise "Rabb"i red ve inkâr etme yoluna gitmez ise de O’nun
elinden hâkimiyyet hakkını alır insanın eline verir. İnsanı Rabb’isiyle karşı
karşıya getirir, onu put ve şerik yapar.
BİRİ YIKILDI:
Bu iki puttan biri yıkıldı, gitti. İnsanlık, komünist tağutundan kurtuldu.
Fakat, maalesef demokrasi putu, bütün dehşet ve şiddetiyle hüküm sürmektedir.
İkisi arasında bir mukayese yapacak olursak:
Komünizm; açık-net bir tağut, mert bir kâfirdir. Diyor ki: "Ben; din, Allah,
ahiret tanımam, dünya benimdir. İdaresi de bana aittir. Bana kimse karışamaz;
kanunumu ben yapar, çatımı ben çatarım!.."
Demokrasi putuna gelince: O, sinsidir, o iki y
üzlüdür, o münafıktır. Bir taraftan "Allah" der, bir taraftan "Tağut" der. Kur’an’ın beyaniyle ve kelimenin tam manasiyla: "Onlar ki, Allah ile beraber başka bir ilâh kabul ederler." (Hicr, 96) "Bunlar Rabb’inin sana vahyettiği hikmetlerdendir. Allah ile beraber başka bir ilah edinme! Sonra kınanmış, koğulmuş olarak cehenneme atılırsın!" (İsra, 39)"Atın cehenneme her inatçı kâfiri, hayra (bütün
gücüyle) engel olan her azgını, imanda şüphesi olan; ki o, Allah ile beraber başka ilahlar tanıyandır. Haydi onu itiniz de şiddetli azabın içine atın! denir." (Kâf, 24-26)Demokrasi ve İslam:
Demokrasiyi İslam’la bağdaştırmak mümkün değildir. Zira bunlar birbirine
zıd iki sistemdir. Birinin "Evet" dediğine diğeri "Hayır" der;
birinin kabul ettiğini diğeri reddeder. Biri "halk idaresi" diğeri de
"Allah idaresi"dir. Binaenaleyh; bunların bir arada yürütülmesi
imkânsızdır. Şöyle ki:
1- Kaynakları:
Bu iki sistem arasında birçok fark vardır. Bunların bir kısmından "İslam ve
Demokrasi" başlığını taşıyan bildiride bahsettik. Burada da mühim birkaçına
işaret edeceğiz: Bu iki sistem, kaynakları itibariyle birbirinden farklıdır. İslam,
kaynağını Allah’tan alır, vahye dayanır, "Kaynak Kur’an, örnek
Peygamber" der. Bu sistemin bir adı da
"Şeriat’tır, Şeriat nizamıdır.’’
Demokrasiye gelince: Demokrasi; "Halk idaresi" şeklinde
tarif edildiğine göre kaynağını insan kafasından alır ve insan fikrine dayanır.
Allah ve Peygamber’i tanıdığını iddia ederse de bunların dünya ile, devlet ile
ilgili kanun ve beyanlarını tanımaz, red ve inkâr eder.
HAKİMİYYET:
Hâkimiyyet demek; en yüksek makam demektir, en yüksek söz sahibi demektir, en yüksek otorite demektir. Öyle ki, bütün emirler ve
yasaklar o makamdan gelir, kanun ve nizamlar o makamın sözleridir.DEMOKRASİ VE PARTİLER:
Demokrasi, partileri şöyle tarif eder: "Partiler, demokrasinin vazgeçilmez
unsurlarıdır." Bu tarife göre partisiz bir demokrasi düşünmek mümkün
değildir. Keza; partiler, günün tağutî sistemi olan demokrasiyi ayakta tutan, ona
destek olan kuruluşlardır, parti sistemleridir.
İşte demokrasi ve işte partiler: Anası, İslamî sisteme ters düşerse danası da
elbette ters düşecektir. Demokrasi tağut olduğu gibi, partiler de birer tağuttur.
Oy verme ve iman:
Demokratik bir sisteme göre, oy vermeye giden bir müslüman, acaba oy sandığına oy
pusulası mı atıyor yoksa iman pusulası mı? İşte bunun tesbiti gerekir. Beraberce
muhasebesini yapalım:
Demokrasi partilere dayanır; partiler de oy vermeye dayanır. Mantıkî bir kaide:
"Öyle ise demokrasi oy vermeye dayanır.’’
Demokrasi; tağutî bir sistem, dolayısıyla kâfir bir rejim olduğuna göre, sandık
başına giden bir müslüman, tabiatiyle tağutî sistemi desteklemeye ve onu ayakta
tutmaya gidiyor demektir.
"Küfre rıza küfürdür" kaidesince sandık başına giden bir müslüman,
küfre rızanın da ötesinde ve üstünde bir küfür sistemini oyu ile desteklemekte,
onu ayakta tutmakta ve yaşatmaktadır. Bir müslümanın sandık başına gidişiyle
demokrasinin kazanmış olduğu muhakkaktır: Dönüşüyle acaba iman pusulasını,
Rabb’inin rızasını kaybetmiş olmasın?!. Buna kim "Hayır!" diyebilir?
Demek oluyor ki, bir insanın, hem komünist hem müslüman olamıyacağı gibi, hem
demokrat hem de müslüman olamaz! Bir başka ifade ile; demokrasiye oy verme demek,
Şeriat’ı reddetme demektir, daha açık bir tabirle; demokrasiye dolayısıyle partiye
"Evet!" demek, İslam’a "Hayır!" demekten ibarettir. Hangi hoca
buna "Hayır, öyle değildir!" diyebilir? Çünkü, ister laik sistem
olsun, ister demokratik sistem olsun neticede aynıdır. İkisi de dini devletten
ayırmaktir, din devlet bütünlüğünü ortadan kaldırmaktır. Kanun koyma yetkisini
insanın eline vermektir, dolayısıyla Allah’ın emir ve tâlimatını bir tarafa
itmektir.
Bu mevzuları bir de "İslam Anayasası" (Taslağı), "İslam Dini Laik
Rejimi Kabul Etmez!", "İslam Açısından Demokrasi" başlıklı
yazılardan okuyun!.. Ve nihayet meallerini vereceğim ayet ve hadisin manalarını derin
derin düşünün: "Onlar; hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu
İsa’yı Allah’tan ayrı rabbler edindiler. Halbuki onlar bir tek ilâha ibadet
etmeleri için emrolundular. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. O, onların ortak
koştukları şeylerden münezzehtir." (Tevbe, 31)
Birgün Resulullah (s.a.v.) bu ayeti okuduğu zaman içeriye daha evvel hıristiyan iken
müslüman olan Adiy b. Hatem girdi. Ve bu ayeti duyunca Allah Resulü’ne: "Onlara
ibadet etmiyorlar ki!" dedi. Allah Resulü cevap verdi: "Onlar Allah’ın helal
kıldığı bir şeyi haram, haram kıldığı bir şeyi de helal kıldıkları zaman,
onlara itaat etmiyorlar mı?" diye sordu. O da "Evet!" deyince, Allah
Resulü (s.a.v.) de: "İşte böyle onlara ibadet ediyorlar!" buyurdu. (Tirmizi,
A. b. Hanbel)
ÇARE:
İki puttan biri yıkıldı gitti: Komünizm! Fakat diğeri ayakta! Bu gidişle pek gideceğe benzemiyor. Gidip gitmemesi alakaya bağlı, müslümanların alakasına bağlı!.. Müslümanlar komünizmi düşman bildiler, ondan nefret ettiler; müslüman, komünist olmaz ve olamaz noktasından hareket edip kapılarına bile yaklaştırmadılar, zorla gelmek isteyen komünizme (Afganistan’da olduğu gibi) savaş bile açtılar ve nihayet bu küfür sistemi karşısında imtihanı başarı ile verdiler. Allah da ne yaptı? İnsanlık belasını defetti, hem kısa zamanda ve hem beklenmedik bir devirde!.. Allah, neye kadir değil ki, yeter ki, siz O’na kul olun!..
DEMOKRASİ DE GİDER Mİ?
Demokrasi de gider! Allah diledi mi gider. Çünkü mülk O’nundur, irade
O’nundur. Yalnız bir şartla: Müslümanlar, komünizme karşı duydukları nefreti en azından demokrasiye karşı da duyacaklardır ve duymalıdırlar. Demokrasiyi de İslam, Şeriat ve Peygamber düşmanı bilip sandık başına gitmiyeceklerdir, dolayısıyla partilere de iltifat etmiyecekler. Ve bilecekler ki, partiler yıkılınca demokrasi çökecek ve tarihin çöplüğüne atılacaktır ve işte o zaman İslam devlet olacaktır.İKİ ŞEY ARASINDA TERCİH
Besmele, hamdele ve salveleden sonra,
Kur’an şöyle der:"De ki; eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, hanımlarınız, hısım ve akrabalarınız, kazandığınız mallar, düşmesinden korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız evler, size Allah’tan, Peygamber’inden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, o halde Allah’ın (azab) emri gelinceye kadar gözetleyin (başınıza gelecekleri göreceksiniz)! Allah, yolundan çıkmış topluluğu doğru yola hidayet etmez." (Tevbe, 24)
Okuyacağınız bu yazıyı, işte bu ayet-i kerime'lerin ışığı altında ve etrafında okuyacaksınız!.. Ey müslüman! Kritik bir noktadasın, iki şeyden birini seçeceksin; iki şeyden birini alıp, yeri ve zamanı geldiğinde diğerini terk edeceksin, ikisinden birinin yanında ve safında yer alacaksın!.. Bunlardan biri dünya diğeri ahirettir, bunlardan birileri baba ve kardeşler diğeri de mü’minlerdir bunlardan birileri akraba, soy ve sop, hanım ve evlat diğerleri de Allah ve Peygamber’i
; bunlardan biri mal-mülk, servet-masa diğerleri de cennet ve nimetleri; bunlardan biri dünya ve dünyalık sevgisi diğeri de Allah sevgisi ve Peygamber aşkı; bunlardan biri kolaylıklar içinde rahat günler geçirme, diğeri de tehlikelerle karşı karşıya gelmekten ibaret olan cihad; ve nihayet bunlardan biri küfür ve küfrü üstün görenler, diğeri de iman ve iman ehlidir!..İşte Tevbe Suresi’nin iki ayeti; 23 ve 24: İki cepheli bir sahne sergiliyor; biri
cennet biri de cehennem! İki yol gösteriyor: Biri rahmet biri gazab! İki netice
bildiriyor: Biri kazanma biri de kaybetme!..
Müslüman! İşte tam kritik biı noktada bulunuyorsun! Bu nokta her an seninle karşı
karşıya! Attığın her adım bununla ilgili; terazinin kefelerinden biri ağır
basıyor! Ama hangisi?!. Dikkat et! Dünya mı ahiret mi? Baba-evlat mı? Yoksa Allah ve
Peygamber’i mi?!. Melekler yazıyor, fotoğraflar çekiyor! Sağdan mı soldan mı?
Günler geçiyor!
Kârdan mı zarar mı?!.
Ey insanoğlu! Önüne bir tablo çizdim: Çifte kutuplu, iki planlı; ya önde ya arkada!
Şimdi ikili örnekleri sıralayalım:
1- Namaza davet; Vakit gelmiş, çıkmak üzere! İşin başındasın; mühim bir iş:
Ticarethâne veya pazarda; para akıyor su gibi, müşteriler kuyrukta, namaz geçti
geçecek! Kritik bir nokta: Ya para ya edâ! Bir tarafta "Namaz geçiyor, namazını
kıl!.." şeklindeki ilahî ferman tekrar edip dururken, diğer taraftan da nefis:
"Fırsat bu fırsattır; müşterileri kaçırma; namazı kaza da edersin!.."
şeklindeki vesvese ve ığva! Çetin bir imtihan! Tercih sana ait! Ya Allah sevgisi ya
nefis ihtirası; ya nefse kul, ya Rabb’e kul; ya gazab ya rahmet!..
2- Yine kritik bir nokta! Bir tercih meselesi daha. Hangisinden yana olacaksın! İkisinin
de tehlikeli tarafları var! Küfür ve kemalist devletten yana olursan ve o safta yerini
alırsan, kimse senin kılına bile dokunmaz; mal da senin canda senin; rejim senden
memnun, devlet senden memnun! Ama, ötesi cehennemdir! Kur’an anayasasından, İslam
devletinden yana olduğun takdirde pasaport tehlikeye düşer, mal ve can korkusu kendini
gösterir. Yani saldırılar başlar; bütün bir küfür dünyası karşında! Üstelik,
baban ve akrabaların da sana karşı, seni davandan vazgeçirmek istiyorlar ve: "Gel
oğlum! Devletle, siyasetle uğraşma! Senin neyine kalmış; işte devlet, işte anayasa!
Sen bize bak! Biz devletten yanayız, Atatürk kurdu bu cumhuriyeti, size emanet etti ve
o, memleketi düşmandan kurtardı. Biz bunlara karşı çıkamayız. Bunlar bizlerden
daha iyi bilirler memleket meselelerini, görmüş geçirmiş insanlardır. Camilerin
kapıları arkasına kadar açıktır.
Namaz kılana bir şey diyorlar mı? Namazına niyazına karışan mı var?!. Yap
ibadetini, kimsenin etlisine sütlüsüne karışma! Ve nihayet sözün kısası: Biz
devletten yanayız, devletimize toz kondurmayız? Bizim devletimiz Türkiye
Cumhuriyeti’dir; annen ve kardeşlerin, bütün soy ve sopumuz da böyle inanmakta ve
böyle düşünmektedirler. Her halde onlar da devlet işlerini bizden iyi bilirler!.. Ya
bizim gibi düşünürsün ya da dünyayı başına yıkarız ve yıktırırız;
hapishaneleri boylarsın, dünyan zehir olur!..’’
3- İşte sen, Ey Genç! Böyle bir manzara ile karşı karşıyasın; nokta çok kritik!
Ya babana "Evet!", Rabb’ine "Hayır!" diyeceksin, ya da bunun
tersini yapacaksın: Ya babanın dediği yola gidip küfrün ve kemalistlerin yanında
yerini alacaksın, ya da Rabb’inin kitabına, Peygamber’inin sünnet’ine kulak verip
küfrün karşısında, müslümanların safında yerini alacaksın! Ya o, ya da o! Tercih
sana düşüyor ve iki zıt netice: Ya rahmet ya da gazab, ya cennet ya da cehennem!..
4- Cephe iki: İman-küfür:
İki ordu savaş halinde: Biri, küfür adına imanı yıkmak, diğeri de iman adına
küfre karşı çıkmak; biri küfür rejimini korumak, diğeri ise, İslam devletini
korumak veya kurmak! Birinin anayasası kâfir bir anayasa, diğerinin ki ise Kur’an!
İşin garib tarafı, küfrün hüküm sürdüğü yer vatan toprakları ve daha garibi bu
topraklar üzerinde senin yerin ve yurdun! Annen ve baban da hep kitfrün safında
yerlerini almışlar, onların davulunu çalıyorlar. Üstelik kardeşlerin de bu ordunun
eri ve kurmayları! Öbür tarafta ise ne yer ne de yurt, ne anne ne de baba! Fakat ordu
mü’min ve muvahhid; hizbullahî müslümanlar; devlet İslam, anayasa Kur’an!..
Elhasıl: Bir tarafta iman ve İslam yolunda, İslam’ın devlet olması yolunda,
diğer tarafta ise, küfür ve küfrün hâkim olması, tağut rejiminin (kemalist
rejimin), put düzeninin ayakta durması yolunda bir savaş! Manzara bu! Son derece kritik
ve hassas bir nokta!.. Tercih sende! Senin, iman ve Tevhid ehli olarak,
"Hâkimiyyet kayıtsız ve şartsız Allah’ındır!" diyerek yerin ve safın
elbette iman ve İslam cephesi olacaktır. Tağutlara, put rejimi ile yanyana, safsaf
olamazsın! Velev ki, annen ve baban, hısım ve akraban bu cephede olsa da! Yani, iman ve
Tevhid bağı kan bağına mutlaka galip gelecektir ve gelmelidir! Bu mevzuda "Vatan,
bayrak, Sakarya!.." bahis mevzuu değildir.
Mezara girdiğinde senden bunlar sorulmayacak; senden iman, İslam ve İslam’ın devleti
sorulacaktır. Ayrıca bilmelisin ki; küfrün safında yeralıp çarpışanların
şehidlikten nasipleri yoktur. Velev ki biz de müslümanız deseler de hatta namaz
kılsalar da!..
Tarihten misaller:
Bedir Savaşı’nı bir düşünün! Baba ve evlatların bir kısmı Peygamber (s.a.v.)
yanında ve safında yer alırken, bir kısmı da Ebu Cehiller’in yanında ve safında
yer almışlardır. Bunlardan biri de Hz. Ebu Bekir’le oğlu Abdurrahman’dır. Baba
Peygamber safında, oğul ise Ebu Cehil ordusunda! Manzara bu! Çok garip!.. Hz. Ebu Bekir
kılıcını çekerek, müslümanlara meydan okuyan oğlunun üzerine yürümüştür.
Bunu gören oğul; babasının iman heybeti karşısında duramaz, Kelime-i Şehadet
getirip, teslim olur. Bu esnada baba ile oğul arasında şu konuşma geçer: Oğul:
-Baba! Şayet ben müslüman olup teslim ollmasaydım da savaşsaydık ve ben seni alt
etseydim, sana karşı olan hürmetim seni öldürmeye mani olacaktı. Ya sen beni alt
etseydin, acaba evlat şefkati beni öldürülmekten alıkoyacak mı idi?!. Baba:
-Hayır! Ya Abdurrahman! Allah’a yemin edderim ki, şayet sen müslüman olup teslim
olmasaydın, seni bu kılıcımla parça parça ederdim de of-aman bile demezdim!..
İşte iman, işte İslam’ın savaş anlayışı!.. Ve hangi safta yer
alacağınızı işte buna göre değerlendireceksiniz! Babamızın yerini aldığı safta
değil, Kur’an’ın anayasa olması için savaşan tarafı sorup o safta yerinizi
alacaksınız!
Ve işte; "Savaşan iki ordunun hangisinde yer alacağız?" şeklindeki bir
suale verilecek tek cevap vardır. O da hangisinin niyyeti sağlam (yani Allah’ın
rızasını kasdederek ve Allah’ın emri olduğuna inanarak), Şeriat’a bağlı,
Şeriat’ı seven, Kur’an’ın anayasa, İslam’ın devlet olmasını candan arzu
eden, bu yolda şehid olmayı cana minnet bilen tarafın yanında ve safında yerimizi
alacağız. Şeriat’ı reddeden, Şeriat’a düşman olan, Şeriat’ın kanun
Kur’an’ın devlet olmasını istemeyen, hatta karşı çıkan bir ordunun yanında
asla yer alamayız, safında yerini alıp savaşamayız. Velev ki kendi milletinin, kendi
vatanının ordusu olsun, velev ki babası, kardeşleri bu ordunun içinde de bulunsun! Ve
artık sual ve cevabı bu açıdan değerlendireceksiniz. Ve bu açıdan
değerlendirdiğiniz takdirde artık kimsenin bir şey demeye hakkı yoktur. Varsa cevap
yazsın, gazete ve dergilerde neşretsin! Laf istemeyiz!..
Birkaç ayet mealiyle bitirelim:
"İman etmiş olanlar, Allah yolunda savaşırlar; küfre sapmış olanlar da tağut
uğruna savaşırlar. Ey müslümanlar: Siz şeytanın bu dostlarıyla savaşın ve
onlardan korkmayın! Zira şeytanın hilesi zayıftır." (Nisa,76)