Atatürk'ün El Yazıları
- Din ve İslamiyet Hakkında
Notları
( Özellikle
sayfa 364 ve 365'deki ifadeler çok dikkatli okunmalıdır )
Atatürk'ün, Medeni Bilgiler Kitabının Hazırlanılışı Hakkında İsmet Paşa'ya Yazdığı Mektup
Sayfa numaraları karşısındaki notlar,
sayfanın içeriğini hatırlatmak içindir.
|
Ataturk'un islam dini hakkinda
dusunceleri (kendi el yazisi ile): Syf. 351 Millet |
Ataturk'un islamiyet hakkindaki dusunceleri kendi el yazisi ile:
Syf. 351 Bugünkü
Türk Milletine bir resim tablosuna bakar gibi bakalım ve şimdiye kadar edindiğimiz
bilgilerin yardımıyla düşünelim, bu tabloda neler görüyorsak, bu tablo
bize neler hatırlatıyorsa, onları birer birer söyleyelim.
Syf. 352 Atatürk, 2. Madde de reşit olan her Türk
Vatandaşının istediği dini seçmekte serbest olduğunu söylemektedir.
2. Türk Devleti laiktir. Her reşit dinini intihapta serbesttir.
Syf. 364 9- Din birliğinin de bir
millet teşkilinde müessir olduğunu söyleyenler vardır fakat biz, bizim gözümüz
önündeki Türk Milleti tablosunda bunun aksini görmekteyiz.
Atatürk'ün bu sözlerinden kolaylıkla anlaşılacağı gibi, Din
Birliğinin, Türk Milleti'nin millet teşkilinde etkili olmadığını, tam
tersine zararı olduğunu vurgulamaktadır. Yazılarının devamında ise Atatürk,
İslam Dini'ni açık olarak Arap Dini olarak tanımlamakta ve bu tanımlamayı
tekrar etmektedir.
Türk’ler Arap'ların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir
millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra, bu
din, ne Arapların, ne aynı dinde
bulunan Acemlerin ve ne de Mısırlıların vesairenin Türk'lerle birleşip bir millet
teşkil etmelerine hiçbir şekilde tesir etmedi.. Bilakis, Türk milletinin milli
rabıtalarını gevşetti, milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu.
Bu pek tabii idi. Çünkü Muhammed'in
kurduğu dinin gayesi
Syf. 365 milliyetlerin
fevkinde şamil bir Arap milliyeti siyasetine müncer oluyordu. Bu
arap fikri ümmet kelimesi ile ifade olundu. Muhammed'in
dinini kabul edenler, kendilerini unutmağa hayatlarını Allah kelimesinin her
yerde yükseltilmesine hasr etmeğe mecburdular. Bununla beraber, Allah'a
kendi lisanında değil Allah'ın Arap kavmine gönderdiği Arapça kitapla
ibadet ve münacatta bulunacaktı. Arapça öğrenmedikçe Allah'a ne dediğini
bilmeyecekti. Bu vaziyyet karşısında Türk Milleti bir çok asırlar ne yaptığını
ne yapacağını bilmeksizin adeta bir kelimesinin
Syf. 366 manasını bilmediği halde
Kuran'ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler.
Syf. 367 hırkasıdır diye bir
palaspareyi hilafet alameti ve imtiyazı olarak altın sandıklara koydular
halife oldular. Gah şarka, cenuba, gah garba veya her tarafa saldıra
saldıra Türk Milletini Allah için, peygamber için, topraklarını,
menfaatlerini benliğini unutturacak, Allah'a mütevekkil kılacak derin bir
gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular. Milli duyguyu boğan, fani dünyaya kıymet
verdirmeyen, sefaletler, zaruretler, felaketler, his olunmaya başlayınca, asıl
hakiki saadetin öldükten sonra ahirette kavuşacağını vaat ve temin eden
dini akide
Syf. 368 ve
dini his millet uyandığı zaman onun şu acı hakikatı görmesine mani
olmadı. Bu feci manzara karşısında kalanlara, kendilerinden evvel ölenlerin
ahiretteki saadetlerini düşünerek veya bir an evvel ölüm
niyaz ederek ahiret hayatına kavuşmak telkin eden din hissi, dünyanın
acısı duyuların tokatıyla, derhal Türk Milleti'nin vicdanındaki çadırını
yıktı, davetlileri Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti..
Türk vicdani umumisi, derhal yüzlerce asırlık kudret ve küşayişle, büyük
heyecanlarla çarpıyordu. Ne oldu..? Türk'ün milli hissi, artık ocağında
ateşlenmişti, artık Türk cenneti değil,eski hakiki büyük Türk cedlerinin
mukaddes miraslarının
Syf. 369 son Türk ellerinin müdafaa
ve muhafazasını düşünüyordu. İşte dinin, din
hissinin Türk milliyetinde bıraktığı hatıra.
10- Türk Milleti, milli hisi dini hisle değil,
fakat insani hisle yanyana düşünmekten zevk alır. Vicdanında milli hissin
yanında, insani hissin şerefli yerini daima muhafaza etmekle
muftehirdir.
Bir çok Müslüman'ın, 'Türk Milleti İslam aleminin samimi bir
ailesidir', şeklinde kullandığı ifade, Atatürk'ün kaleminde şekil değiştirmekte
;
Syf. 370 Türk Milleti insaniyet aleminin
samimi bir ailesidir.
Syf. 371 Bütün bu söylediklerimizi kısa
bir çerçeve içine sokmak istersek şöyle diyebiliriz.
Türk Milleti'nin teessüsünde müessir olduğu görülen tabiri ve tarihi vakıalar
şunlardır.
A- Siyasi varlıkta birlik
B- Dil birliği
C- Yurt Birliği
D- Irk ve menşe birliği
E- Tarihi karabet
F- Ahlaki karabet
Yukarıda görüldüğü gibi Atatürk, 6 ayrı tarihi vakıa
saymakta ve bunların arasında din birliği gibi milyonları etkileyen olguyu
dahil etmemektedir.
Syf. 372 Bütün milletler tamamen aynı
şartlar altında teşekkül etmemiş olduklarına göre, Türk Milletinde yaptığımız
gibi, diğer her millet ayrı olarak mütalaa edilmedikçe, milliyet fikrini
umumi ve fenni olarak tarif etmek güçtür.
Syf. 450 Hürriyet
insanın düşündüğünü ve dilediğini mutlak olarak yapabilmesidir. Bu
tarif Hürriyet kelimesinin en geniş manasıdır. İnsanlar bu manada hürriyete
hiçbir zaman sahip olamamışlardır ve olamazlar. Çünkü
malumdur ki insan, tabiatın mahlukudur.
Müslümanların,devamlı olarak söyledikleri, 'İnsan Allah'ın
kuludur' deyimi de burada şekil değiştirmektedir.
Syf. 451 İptidai insanların, tabiatın
herşeyinden, gök gürültüsünden, geceden, taşan bir nehirden ve vahşi
hayvanlardan ve hatta birbirlerinden korktuklarını biliyoruz. İlk his ve düşüncesi
korku olan insanın her düşünce ve dileğinin mutlak surette yapmaya kalkışmış
olması düşünülemez.
İptidai insan kümelerinde ata korkusu ve nihayet büyük kabile ve kavimlerde
ata korkusu yerine kaim olan Allah korkusu insanların
kafalarında ve hareketlerinde hesapsız memnular yaratmıştır.
Memnular
ve hurafeler üzerine kurulan bir çok adetler ve ananeler, insanları düşünce
ve harekette çok bağlamıştır, o kadar ki düşünce ve hareket serbestisi
gibi bir hak mefhum malum olmamıştır. Cemaatlerin başına geçebilen
adamlar, cemaati Allah namına idare ederdi
Syf. 507 Türkiye Cumhuriyetinde
herkes Allah'a istediği gibi ibadet eder. Hiçkimseye dini fikirlerinden dolayı
birşey yapılamaz. Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi dini yoktur. Türkiye'de bir
kimsenin fikirlerini zorla başkalarına kabul ettirmeye kalkışacak kimse
yoktur ve buna müsaade edilmez. Artık samimi mutekitler, (
konuyu bilenler ) derin iman sahipleri, hürriyetin icaplarını
öğrenmiş
Syf. 508 görünüyorlar. (
Atatürk burada önce, “derin iman sahipleri, hürriyetin icaplarını öğrenmişlerdir”
ifadesini kullanmakla birlikte, olmakla, öyle görünmek arasındaki farkı da
göz önünde bulundurarak, katiyet ifade eden “öğrenmişlerdir”
ifadesini, daha sonra katiyet ifade etmeyen, “öğrenmiş görünüyorlar”
şeklinde değiştirmeyi daha uygun görmüştür.
Bugünkü Türkiye’ye baktığımızda, derin iman sahipleri için hürriyetin
icaplarını öğrenmişlerdir diyebilmemiz oldukça zor. Atatürk’ün bu
ifadeyi görünüyorlar şeklinde değiştirmekle bu "derin iman
sahiplerinden" emin olmadığını göstermiştir.)
Dini hürriyeti bir hak telakki etmeyen acaba kalmadı mı ?
Vicdan
hürriyetini, insan ruhunun, Allah’ın ali hüküm ve nüfuzu altında, dini
hayatı idare için malik olduğu haktan ibaret
Syf. 509 olduğunu
bellemiş olanlar, acaba bugün nasıl düşünmektedirler ? Bu gibiler kendisi
gibi düşünmeyenlere içlerinden olsun kızmıyorlar mı ?
Bu saydığımız zihniyette bulunduğuna ihtimal verilen
kimselere hür mütefekkirlerimiz acaba bir tessür hissi ile bir esefle
bakmıyorlar mı ?
Bu
saydığımız gibi, muhtelif inanışlı kimseler, birbirlerine kini nefret
besliyorlarsa, birbirlerini hor görüyorlarsa ve hatta sadece birbirlerine acıyorlarsa,
bu gibi kimselerde taassupsuzluk yoktur, bunlar mutaassıptırlar.
Syf. 510 Taassupsuzluk
o kimsede vardır ki, vatandaşının veya herhangi bir insanın vicdani inanışlarına
karşı hiç bir şekilde kin duymaz, bilakis hürmet eder. Hiç olmazsa başkalarının,
kendininkine uymayan inanışlarını bilmemezlikten duymazlıktan gelir.
Taassupsuzluk budur. Fakat hakikati söylemek lazım gelirse
diyebiliriz ki, hürriyeti hürriyet için sevenler, taassupsuzluk
kelimesinin ne demek olduğunu anlayanlar bütün dünyada pek azdır. Heryerde
umumi olarak cari olan taassuptur.
Heryerde görülebilen sulh manzarasının
Syf. 511
Bu söylediklerimizden şu netice çıkar ki, aramızda, hürriyet haillerinin
(
engelcilerin ) zail olduğuna
( sona erdiğine ) bizim gibi düşünenlerle birlikte yaşadığımıza hüküm
vermek müşküldür. O halde görülen, taassupsuzluk değil zaafın dermansız
bıraktığı taassuptur.
Syf. 512 Şüphesiz
fikirlerin, itikatların başka başka olmasından şikayet etmemek lazımdır.
Çünkü bütün fikirleriyle itikatlar, bir noktada birleştiği taktirde, bu
hareketsizlik alametidir, ölüm işaretidir. Böyle bir hal elbette arzu
edilmez. Bunun içindir ki, hakiki hürriyetçiler, taassupsuzluğun umumi bir
haslet olmasını temenni ederler. Fakat hatta hüsnüniyetle dahi olsa, taassup
hatalarına karşı dikkatli olmaktan vazgeçemiyorlar. Çünkü hüsnüniyetler,
hiçbir zaman, hiçbirşeyi
Syf. 513 tamir
edememişlerdir. İnsanların ruhun selameti için yakıldıklarını biliyoruz.
Herhalde bunu yapan engizisyon papazları hüsnüniyetlerinden ve iyi iş yaptıklarından
bahsederlerdi, belki de, cidden bu sözlerinde samimi idiler. Fakat, bir
hamakati, ( beyinsizlik, ahmaklık ) yahut
bir hiyaneti iyi bir iş kalıbına uydurmak
güç değildir, en nihayet bu bir isim değiştirmek meselesidir.
Syf. 514 İşte
bu sebepledirki, aldırmamazlığı kayıtsızlık derecesine kadar götürmemek
mühimdir. Gerçi hür olmak herkesin hakkıdır ve bunun için hakiki hürriyetçiler,
hürriyetçi olmayanlara karşı da geniş davranılmasını isterler. Fakat
bunların hiçbir zaman elleri ayakları bağlı olduğu halde kurbanlık koyun
vaziyetine razı olacakları asla kabul olunmamalıdır.
Unutmamalıdır ki, bazı insanlar istikbali, mazinin arasından görmekte
musirdirler
( Israrcı ).
Bunlar, alakamızı
Syf. 515 kestiğimiz
ananelere karşı behemehal (mutlaka) sadakatin
iadesini isterler. Bu gibi insanlar, kendi itikat ettiği gibi, itikat etmeyen
kimseleri istedikleri gibi ezemezlerse, kendilerini cenderede hissederler.
Herhalde, taassupsuzluğun arzu edildiği gibi umimileşmesi, huy haline gelmesi
fikri terbiyenin yüksek olmasına bağlıdır.