Hilafetçilerin Görüşleri / Islam'da Mülkiyet
ISLAMIYET'TE IKTISADI NİZAMLARLA İLGİLİ HÜKÜMLER
Hizb, İslâm'da İktisad Nizam kitabında uzun bir mukaddime koymuştur. Bu önsüzü, kapitalist iktisad düzeninin tutarsızlığına, komunist ve sosyalist iktisat düzenlerine ayırmış ve bu iktisadî düzenlerin hepsinin bozukluğunu açıkladığı gibi, bunların İslâm iktisat nizamının fikirleri ve hükümleriyle çeliştiklerini de açıklamıştır.
İslâm'da iktisat nizamı hakkında fikir ve hükümlerinin bir kısmı şunlardır:
İslâm'da İktisad Siyaseti
İslâm'da iktisat siyaseti her ferdin temel ihtiyaçlarını tam bir doyumla tatminini gerçekleştirmeyi garanti etmek ve kendine has bir yaşayış tarzına sahip, muayyen bir İslâm toplumunda yaşaması itibariyle, gücü yettiği kadarıyla ikinci derecedeki ihtiyaçlarının tatminine imkân sağlamaktadır.
Bundan dolayı, şerî hükümler, her ferdin yiyecek, mesken ve giyecek gibi temel ihtiyaçlarının tam olarak doyurulmasını garantilemiştir. Bunun için, çalışma gücüne sahip olan kimseye temel ihtiyaçlarını bizzat kendisi tam olarak karşılayıncaya kadar çalışmayı; üzerine nafakalarını karşılaması vacib olan kimseye de çalışmayı; eğer çalışma gücüne sahip değilse evlâdına, varislerine; veya nafakasını karşılaması gereken kimsesi bulunmuyor ise, Beytülmala (Devlet hazinesine) farz kılmıştır. Böylece İslâm bizzat her ferdin, insanın mutlaka doyurulması gereken ihtiyaçlarını tatmin etmeyi güvence altına almıştır.
İslâm Nazarında İktisadî Problem
Tebaanın bütün fertlerine malların ve faydaların (hizmetlerin) dağıtımıdır.
Başka bir deyişle, iktisadî problem; servetin dağıtımı, bölüşümüdür, üretimi
değil...
Mal Mülkiyetinin Aslı
Esasen, mal yalnızca Allah'ın mülküdür ve Allah bunda insanoğlunu halef seçmiştir.
İnsanoğullarının Halife seçilmeleri sebebiyle, mülkiyet hakkı doğmuştur. Ferdin mal sahibi
olmasına izin veren Allah'tır. Allah'ın bu özel izninden dolayı, malın bilfiil
mülkiyeti ferde ait
olmuştur. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Onlara, size verdiği, Allah'ın
malından verin."
(Nur 33)
Burada Yüce Allah malı kendisine nisbet etti.
"Sizi halefleri olarak seçtiği şeylerden
infak edin." (Hadid 7)
Böylece insanlar, malda Allah adına halifeler kılınmışlardır. Onları halifeler
kılan da O'dur.
MÜLKİYET ÇEŞİTLERİ
Mülkiyet üç türdür: Ferdî Mülkiyet, Kamu Mülkiyeti ve Devlet Mülkiyeti.
1- Ferdî Mülkiyet
Şari‘in insana, tüketerek, faydalanarak, değiştirerek bizzat kendisinden
faydalanmaya izin
verdiği mülkiyettir. İslâm, mülk edinmeyi ferde şerî bir hak kılmıştır. Ferdin,
davarlar, nakitler,
otomobiller, elbiseler gibi menkul ve arazi, ev, fabrika gibi gayrı
menkulleri mülk edinme
hakkı vardır. Şeriat malik olduğu şeyde tasarruf için ferde bir otorite
kılmıştır. Ancak Şeriat
koyucu insanın mal edinme ve malı çoğaltma sebeblerini sınırlandırdığı gibi,
aynı zamanda
bu malı kullanma-sarfetme keyfiyetini de sınırlandırmıştır.
Mülk Edinme Sebebleri
Şari‘ (Şeriat sahibi), insan için mülk edinme
ve malları artırıp-çoğaltma sebeblerini
sınırlandırmış, belirlemiştir.
Mülk edinme yolları olarak şunları kabul etmiştir: Kendi adına veya başkaları
yanında
çalışma, ölü toprağı işleme, avlanma, toprak altından -maden v.s.- çıkarma,
simsarlık
(komisyonculuk), delâle (danışmanlık), mudarebe (emek-sermaye ortaklığı), musâka
(sulamacılık).
Bunlar gibi şu yolları da Allah mülk edinme sebebleri kabul etmiştir: Miras,
yaşıyabilmek
için mala muhtaç olma, devletin tebasına mal vermesi, çalışma mukabili olmaksızın
fertlerin
verdiği mallar; hibe, hediye, vasiyet, atıyye (bahşiş), diyet, mehir, lükata
(buluntu) gibi.
Şeriat koyucu, ziraatı, ticareti, sanatı, mal kazanma ve malı artırma yoları olarak
kabul etmiş;
bu yollarla malın çoğaltılma keyfiyetini belirlediği gibi, müslümanın mallarını
çoğaltmak veya
kazanca vesile olmak için tutulan yollardan yasaklananları da
belirtmiştir. Aşağıdaki yollarla
mal kazanma ve artırmayı da yasaklamıştır :
Kapitalist Müsaheme Şirketleri
İslâm, müsaheme şirketlerini (hisse senedine bağlı şirketleri) haram
kılmıştır. Onları, şerî
nassla gelen sıhhat ve in'ikad (kurulma) şartlarının tamamı yerine gelmediğinden
caiz
saymamıştır. Çünkü, müsaheme şirketlerinde, akdin rükünleri olan icab ve kabul
gerçekleşmemiştir. Kişi, mücerred olarak şirketin şartlarına katılmakla ve
şirketteki şahsın
mücerred hissesini satın almakla şirkete ortak olur. Kapitalistlerce bu şirket
münferit irade
kabilindendir. Müsaheme şirketinde sözleşen iki taraf yok. Yerine bir tek mutasarrıf
(işleri
yürüten) vardır; icab-kabul yok, yerine yalnızca kabul vardır; mal ve beden yok,
bunların
yerine sadece mal vardır.
Şerî bakımdan şirket olabilmesi için, alış-veriş, icabe ve buna benzer
akidlerde olduğu gibi
iki akidleşen arasında icab ve kabulün bulunması ve mutlaka iki bedenin veya bir
beden-bir
malın bulunması gerekir. Bir beden bulunmaksızın mallar arasında ortaklık olması
caiz
değildir.
Bundan dolayı; akid rükünlerinden birinin bulunmayışı sebebiyle, kapitalist
müsaheme
şirketleri akdolunmamış-gerçekleşmemiştir. Öyleyse bu şirket batıl ve haram olur.
Şeriat'a
aykırı olduğundan, Allah'ın nehyettiklerinden sayılır. Bu çeşit ortaklarda,
şirketlerin kurulması
hakkında Allah'ın emrettiği şartların terki vardır; Allah'ın nehyettiğini yapmak
vardır; bu ise Allah'ın emrine muhalefettir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"Böylece onun emrine (Resulullah'ın yani Şeriatın emrine)
muhalefet edenler,
kendilerine bir musibetin veya acıklı bir azabın gelmesinden sakınsınlar." (Nur
63)
• Yine Şeriat koyucu, şu yollarla da kazancı ve mal artırmayı yasak
kılmıştır: Faiz, ihtikar,
kumar, hile, aldatma, iğrenç, dolandırıcılık, içki, domuz, lâşe, haç ve noel
ağacı satışı,
hırsızlık, yankesicilik, rüşvet, sahtekârlık.
2- Kamu Mülkiyeti
Mülkiyet çeşitlerinden ikincisidir. Kamu
mülkiyeti, Şeriat koyucunun mülkiyetini müslüman
topluma verdiği mallardır (aynı şeylerdir.) Şâri‘ müslümanları bunlara ortak
kılmıştır, fertlere
bunlardan faydalanmayı mübah kılmış ve bunların mülkiyetini onlara yasak
kılmıştır.
Bu mallar, başlıca üç gurubta toplanabilir:
1.) Topluluğun günlük hayatında müstağni olamıyacağı, bunları kaybettiği
takdirde dağılacağı,
topluluğun faydalandığı dayanaklarıdır. Mesalâ su gibi. Resulullah (SAV) şöyle
buyurdu:
"İnsanlar üç şeyde ortaktır: Su, mer'a, ateş." (Buhari, Buyu 3016)
Gerçekte bu üç şeyde yetinilemez. Bilâkis, topluluğun ihtiyacı olan her şeye
şamil olur. Bu
nevî mülkiyete, kullanılan her alet girer. Bu hadisin hükmü onlar hakkında da
alınır : Umumî
akarsular ve bu suları taşıyan borular, çağlayanlardan elektrik üreten aletler,
elektrik
direkleri ve kabloları gibi araçların mülkiyeti kamunundur.
2.) Oluşumlarının tabiatı, fertlerin hususî sahibliğinde bulunmasına mani olan
maddeler.
Denizler, nehirler, umumî sahalar, mescidler, umumî yollar gibi. Resulullah şöyle
buyurmuştur: "Mina, geçip-giden her kimsenin konak yeridir."
(Tirmizi, Hacc)
Kamu mülkiyetinin bu çeşidine, tren vagonları, elektrik direkleri, umumî yollardan
geçen ana
şebeke borularının mülkiyeti de dahildir. Bunların ferde mahsus olması ve
insanların
umumuna ait olduğundan himaye olunması caiz olmaz. Resulullah şöyle buyurmuştur:
"Koru, ancak Alah'a ve Resulü'ne aittir." (Buhari Musaka 2197)
Böylece, korunun devletten başkasına ait olması caiz değildir.
3.) Tükenmeyen sınırsız madenler. Miktarı sınırsız, çok olan bu madenler
bütün
müslümanların mülküdür. Fertlerin veya şirketlerin bunlara sahip olması caiz
değildir. Aynı
zamanda bunların çıkarılma ve imal edilme imtiyazı, dağıtım tekeli fertlere ve
şirketlere
verilemez.. Bunların mülkiyeti, bütün müslümanların ortak oldukları kamu
mülkiyeti olarak
kalmaları gerekir. Eğer devletin kendisi bizzat veya icar
vasıtasıyla bunları çıkarmaya
kalkışırsa veya müslümanlar adına satarsa gelirlerini beytülmâle aktarır. Bu
madenlerin tuz
ve sürme gibi toprak üstünde açık olması ile altın, gümüş, demir, bakır,
kurşun, uranyum,
petrol, vb. madenler gibi yerin altında, derinliklerinde çıkarılması için
uğraşılması ancak
büyük meşakkatler ve zorluklarla olması arasında bir fark yoktur. Buna delil; Ubeyd
b. Hımal
el-Mâzinî'den rivayet edilen hadistir. O, Resulullah (SAV)'den Mer'ebdeki
tuz madeninin gelir
mülkiyetini istedi, Peygamber ona bu madenin mülkiyetini verdiğinde; "Ya
Resulullah, ona
neyin gelir mülkiyetini verdiğinizi biliyormusunuz? Ona kesilmeyen su gibi, tuz madenini
verdiniz." dediler. Resulullah da; "Öyleyse, ondan geri
aldım." dedi.
Altın, gümüş damarları gibi miktarı sınırlı, az olan madenler ise ferdî
mülkiyetten olurlar.
Bunlara fertlerin sahib olması caizdir. Resulullah (SAV)'in Bilâl b. Haris
el-Müzenî'ye
Hicaz'da miktarı sınırlı Kıbeliyye madeninin mülkiyetini vermesinde olduğu gibi.
Bilâl,
Peygamber'den bu madenlerin gelir ve mülkiyetini kendisine vermeyi istemiş, o da
vermişti.
Kamu Mülkiyetinden Faydalanma Keyfiyeti
Kamu mülkiyeti, bütün müslümanların mülkü olduğundan, her ferdin bundan
faydalanma
hakkı vardır. Eğer bu mülkiyete dahil madenlerden, insanın bizzat kendisinin
faydalanması
kolaylıkla olmaktaysa, su, mer'a, ateş, umumî yollar, nehirler ve denizler gibi;
şahısların
bizzat kendilerinin bunlardan faydalanma hakkı vardır.
Kamu mülkiyetinden olan maddelerden, fertlerin kendi girişimleriyle yararlanmaları
kolay
olmayan, petrol ve madenler gibi; devlet bunları çıkarır, gelirlerini beytülmâle
aktarır, Halife
de müslümanların maslahatını gerçekleştirmek üzere bunu harcar.
Bunların ürünleri ve gelirlerinin dağıtımının yürütülmesi aşağıdaki şekilde
mümkündür :
1-) Halife bunların gelirini, kamu mülkiyetinden olan bu maddelerin idaresi ve
çıkarılması
işlerinde tesislere, araç-gereçlere ve fabrikalara, personele ve danışmanlara harcar.
2-) Bu kamu mülkiyetinin sahipleri olan müslümanlara bu maddeleri, su, tabiî gaz,
petrol,
elektrik gibi; ücretsiz olarak dağıtarak infak
eder. Yahut da müslümanların hayır ve yararını
gördüğü takdirde, bunların gelirini nakit olarak onlara dağıtır.
3-) Cihad ve bunun için gerekli silah fabrikaları ve ordu teşkili için; bulunması
ve
bulunmaması halinde de infakı beytülmâle vacib olan nafakalar ile, bulunmaması
halinde
müslümanlara vacib olan nafakalar için sarf etmek üzere muhafaza
olunur.
3- Devlet Mülkiyeti
Mülkiyetin üçüncü çeşidi de devlet
mülkiyetidir. Devlet mülkiyeti, arazi, bina gibi
müslümanların genelinin hakkıyla ilgili, olan ve kamu mülkiyetine de dahil olmayan
her
maddedir. Devlet mülkiyeti, ferdî mülkiyeti kabil olan, arazi,
bina ve menkul eşyalar gibi
maddelerdir. Fakat onlarda, müslümanların umumunun hakkıyla alâka bulunduğundan,
bunların ve bunlarla ilgili işlerin yürütülmesine ve tasarrufuna Halife, yani devlet
vekil
kılınmıştır. Çünkü, müslümanların umumunun hakkıyla ilgili her şeyde
tasarrufa selahiyet
sahibi odur. Bu eşyalar ise, sahralar, dağlar, nehir sahilleri, fertlerin mülkiyetinden
olmayan
işlenmeyen topraklar, binalar, devletin satın aldığı, imar ettiği veya harbde
düşmandan istila
ettiği devlet dairelerinin bulunduğu binalar, okullar, hastaneler ve buna benzer bina ve
tesislerdir.
Devletin, arazi ve bina gibi kendi mülkiyetindeki emlakini fertlere temlik hakkı
vardır.
Halife'nin, bu emlakın, fertlere gözetleme ve faydasını veya gözetlemesi, koruması
dışında
menfaatini temlik etme, yahut ölü araziyi işlemelerine ve ona sahip olmalarına izin
verme
hakkı vardır. Bu konuda Halife, müslümanların neyde yararı varsa öylece tasarrufta
bulunur.
Topraklar
Topraklarda korunma, gözetme ve yararlanma hakkı vardır. Onları gözetleme, koruma
asıldır. Faydalanılması ise ziraatte veya başka bir şekilde kullanılmasıdır.
İslâm, toprağın
rikbeten (koruma, gözetleme) mülkiyetini de, yararlanma mülkiyetini de mübah
etmiştir.
Bunlardan her birisi için hususî hükümler koymuştur.
Arazi Çeşitleri
Öşür ve harac arazileri olmak üzere iki tür arazi vardır;.
1- Öşür Arazisi: Halkı, İslâm'ı kendiliğinden kabul etmiş olan arazi -Endenozya-
ve Arab
Yarımadasının arazisi ile, insanların ihya ettiği ölü arazidir.
Öşür arazisi rikbeten ve menfaaten malik olunan arazidir. Üreticisine, eğer yağmur
suyu ile
sulanıyorsa araziden elde edilen ürününden onda bir (1/10), taşıma suyla ve
aletlerle
sulanıyorsa yirmide bir (1/20) zekat vermesi farzdır.
2- Harac Arazisi: Arab Yarımadası
dışında Harp veya sulh yoluyla feth olunan Irak, Şam, Mısır
ve bunlardan başka zorlukla feth olunan beldelerin toprağıdır.
Harac arazisinin sahibliği (koruma ve gözetlemesi) müslümanların mülkiyetindedir.
Devlet,
müslümanlar adına mülkiyet hakkına sahiptir. Harac arazisinden fertlerin yararlanma
mülkiyetine sahip olması caizdir.
Harac arazisinden harac alınması farzdır. Bu da devlet tarafından toprağa takdir
olunan
miktardır. Yine, bu toprağın üreticisine, haracı çıkarıldıktan sonra nisab
miktarına ulaşıyorsa
zekat vermesi de farzdır. Öşür arazisinden her ferdin satış, miras, hibe yoluyla
yararlanma
hakkı olduğu gibi haraç arazisinin menfaatından da alış-veriş, miras yoluyla
(diğer mallarda
olduğu gibi) faydalanma hakkı vardır.
Fabrikalar
Fabrikaların mülkiyetinin ferdî mülkiyetten olması caizdir. Otomobil, ev eşyası,
tekstil,
ambalaj ve bunun gibi fabrikaların mülkiyeti ferdî olur.
Silâh, petrol ve maden çıkarma-işleme ve buna benzer fabrikaların mülkiyetinin
devlet
mülkiyetinde olması caizdir.
Ürettikleri maddeler kamu mülkiyetine ait olan fabrikaların, meselâ; demir, kurşun,
altın,
gümüş işleyen, petrol çıkarıp işleyen ve bundan başka kamu mülkiyetine ait
maddeler imal
eden fabrikaların mülkiyeti kamuya aittir.
"Fabrika, ürettiği maddenin
hükmünü alır." kaidesine bağlı olarak fabrikaların mülkiyeti de
üretimini yaptıkları maddelerin hükmüne tabi olur.
Beytülmal
Beytülmâlın gelirleri şunlardır :
1. Savaş ganimetleri, ganimetler, fey (savaşsız alınan mal ve arazi) ve humüs,
2. Harac,
3. Cizye,
4. Bütün çeşitleriyle kamu mülkiyetinin gelirleri, bunlar özel bir bölümde
toplanır,
5. Arazi, bina ve bunlardan başka devlet mülkiyetinin gelirleri,
6. Memleket sınırları içinde kalan araziden alınan öşürler,
7. Define-hazine ve madenlerden alınan beşde bir,
8. Vergiler,
9. Zekat malları, bunlar da hususî bir bölümde toplanır.
Nakitlerin Altın ve Gümüş Olmasının Gerekliliği
Müslümanlar, Peygamber (SAV)'in döneminden beri, altın ve gümüş birliğini-sistemini
nakitleri için esas almışlardı. Bu sistemlerin ikisini de birarada kullandılar.
Bizans
Dinarlarını, Kisra Dirhemlerini nakit olarak alıyorlardı. Resulullah'ın döneminden
Abdülmelik
b. Merva'nın zamanına kadar para basmadılar. Abdülmelik, döneminde muayyen bir şekil
ve huhusî İslâmî şekiller nakşettirdi ve şerî dirhem ve dinar ölçüsünü altın
ve gümüş
sistemine dayandırdı.
İslâm, altın ve gümüşü, altın ve gümüş olmaları, nakit para olmaları,
mallar için fiat olmaları
ve emek ücreti olmaları itibariyle şerî hükümlere bağladı; biriktirilmelerini de
haram kıldı.
Bunları değişmeyen belirli sabit hükümlere bağladı. Nakit olmaları ve satılan
şeylere fiat
olmaları itibariyle altın ve gümüşte zekatı farz kıldı. Altın dinarlara, gümüş
dirhemlere
muayyen nisablar tayin etti. Diyet takdir edileceği zaman, diyetin
altın ve gümüşten
verilmesini farz kıldı; altından muayyen bir miktar -bin dinar-, gümüşten de belirli
bir miktar
tayin etti, o da -12 bin dirhem- dir. Hırsızın eli kesileceği zaman hüküm verilirken, el kesmeyi
gerektiren miktarı altında dörtte bir dinar ve gümüşte üç dirhem olarak tayin
etti. Nakit
muamelerindeki sarf (para bozdurma) hükümlerinde de altın ve gümüşü ölçü kabul
etti.
İslâm'ın, nakit, tedavülle para ve alış-verişlerde fiatı olmaları vasfından
dolayı altın ve gümüşü
bu şerî hükümlere bağlaması; fiatı ve emeğin ücreti olarak altın ve gümüşü
nakdî ölçü
sistemi kabul edişi Resulullah (SAV)'in ikrarındandır.
Bu, İslâm'da nakit olarak altın ve gümüşün ölçü olduğuna delildir. Çünkü,
nakitlere ilişkin
bütün hükümler altın ve gümüşe bağlanmıştır.
Binaenaleyh, müslümanların nakitleri altın ve gümüş olmalıdır. Hilâfet
Devleti'nde nakitler
altın ve gümüş olmalı ve Resullah (SAV) ile ondan sonraki Halifelerin devirlerinde
olduğu
gibi altın ve gümüş sistemine göre nakit işlemleri
yürütülmelidir. Hilâfet Devleti'nin kendisine
has muayyen bir tarzda dinar ve dirhemler bastırması; ölçü, miskal olan bir dinar
için, 4.25
gramlık şerî dinar birimini alması gerekir. Bir dirhem gümüşün ölçü birimi olarak da her on
dirhemin yedi miskale tekabül ettiği şerî dirhem ölçüsü olarak kabul edilen 2.975
gram
ağırlığında gümüş dirhemler bastırması gerekir.
Nakdî müşkilleri ve bütün dünyayı saran yoğun para şişkinliğini çözmeye, para
istikrarını
sağlamaya. para bozdurma kurlarını sabitleştirmeye ve uluslararası ticareti
geliştirmeye
gücü yeten tek sistem altın ve gümüş birliğidir. Yalnızca altın ve gümüş
sistemiyle
uluslararası nakitlerde, uluslararası ticarette ve iktisadta Amerikan Dolarının tehakkümünü
kaldırmak mümkün olur. Altın sistemine dönüşle doların değeri dünyadaki tesirini
kaybedecektir.