İnancın Öfkesiyle Dolu On Yıl  / James A. Haught                      


Ben insanlığın çıldırdığını, dinin  mantığı yok ettiği bir akıl seviyesine çıktığını düşünüyorum. Hiçbir kanıt olamadığı halde bütün toplumlar, birer görünmeyen cennet, tanrılar şeytanlar, melekler ve kötülükler yaratıyor. Montaigne 1580'de " İnsan bir solucan bile yaratamazken düzinelerce tanrı yaratmıştır" diye yazmış. Ya da incil'de de belirtildiği gibi: " Bütün halklar kendi tanrılarını kendileri yaratırlar."

Antropolog Desmond Morris dinin üç dürtüden kaynaklandığını öne sürüyor: " İnsanın kendini ölüm korkusundan kurtarma ihtiyacı; daha üstün bir ebeveyn ihtiyacı ve daha üstün bir lider ihtiyacı. Başka bir dünyada ölüm ötesi yaşam sunan, çocuklarını yaşları ne olursa olsun koruyan ve büyük bir neden ve toplumsal birleşme amacıyla bağlılık sunan bir tanrı, insanda güçlü bir dürtüyü harekete geçirir."

Morris rahiplerin, görünmeyen tanrıların ajanı gibi davranarak, ayrıntılı törenler düzenleyerek ve rakip inançlara karşı inananlarını kışkırtarak güçlerini ve ayrıcalıklarını sağlamlaştırdıklarını söylüyor. Mistik tanrı hakkında şüphesi olan herkesi cezalandırmanın yollarını arıyorlar. Dehşet potansiyelinin olmadığı, perilere ve kurt adamlara inanmak zararsız olabilir. Ancak dini cinayetler, çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir. Birkaç yüzyıl önce dini cinayetler arasında insanları kurban etmek, " cadıların " yakılması ve inançları bölen kutsal savaşlar vardı. 1990'larda bunlara, kutsal olan şeyleri inkar eden " kafirleri " ve  (İranlı Şiilerin Bahailere karşı olmaları gibi) farklı inançlara sahip olan " dinsizleri " infaz etmek eklendi.

Bir başka dinsel dehşet ise 1994'te Fransa'nın  Belçika sınırına yakın olan Roubaix bölgesinde genç bir Müslüman kızın ölümüne neden oldu. Akrabaları, Louisa Lardjoune'nu cinlerin ele geçirdiğini söylediği için imam camide cin çıkarma işlemlerini yaptı. Kızı dövdüler, bir kova tuzlu suyu boğazından aşağı boca ettiler ve boğdular. Kız öldükten sonra imam polise şöyle söyledi: " Şeytan tuzlu sudan nefret eder. Louisa'yı öldüren şeytandı." İmam ile cami yöneticisi " ölüme sebebiyet veren işkence ve barbarlık yapmaktan " suçlandılar.

Ancak en fazla ölü sayısı etnik faktörlerden kaynaklanmakta. Her inanç inananlarını farklı inancı olanlardan uzaklaştıracak şekilde özel bir kimlik yaratıyor. Kültürel uçurum, şüphe, düşmanlık, politik karışıklık, isyan, terörizm ve savaş bile yaratabiliyor.

Gazete editörü olarak her gün yüzlerce haber görüyorum ve bunların arasına dini zulümlerin sayısı insanı hayrete düşürecek kadar fazla . Gazeteler gerçek yaşam öyküleriyle uğraşır ve bu gerçeklerden biride dinin insanları her gün dünyanın her yerinde dehşet veren davranışlara yöneltmesidir.

Örneğin, Yortu rahipleri bazı Meksika Katoliklerini Protestan'a çeviriyor. Bu bazen Katoliklerle Protestanlar arasında çekişmelere yol açıyor. 19 Mart 1990'da Christianity Today aşağıdaki haberi verdi:

" Meksikalı Katoliklerle Protestanlar arasındaki düşmanlık geçen ay, Mexxico City'den katılan 160 vaizin katıldığı mezhepler arası dua toplantısında taş, pala, ve sopalarla şiddet eylemi gerçekleştiren binlerce Katolik yüzünden daha büyük bir boyuta dayandı. Neredeyse toplantıya katılan herkes yaralandı..

Görgü tanıkları  Mexico City'nin güney bölgesindeki Ajusco yanardağının eteklerinde bütün gece dua edilecek olan toplantının başlamasından birkaç saat sonra kalabalık " Öldürün onları!' ve ' Burası bir Katolik şehri!' diye bağırdıktan sonra olay çıktığını söylediler...

" 1989'da vaizlere yapılan saldırılarda en az beş inanan hayatını kaybetti, bir düzineden fazla kişi yaralandı ve yüzlerce kişinin evinden kaçmasına, yıkılmasına ya da kilisenin kapanmasına neden oldu. Hidalgo eyaletinde otuzdan fazla kilise kapandı ve cemaate karşı şiddet eylemleri yapılacağından korktukları için kimse işlerini yapamadı."

Neredeyse bütün kargaşa kökten dinci kategorisine giren cahil inananlar tarafından çıkarılıyordu. Kökten dinciliğin anlamı kutsal ayetlerin doğruluğuna kelime kelime inanmak, gerçek şeytanlar, gerçek hurilerin olduğuna inanmaktır. Bütün dinlerde kökten dinciler, genellikle cinselliği bastırmaya, topluma karşı çıkanları cezalandırmaya ve diğer inançtan olan kişileri rezil etmeye çalışan sofulardır.

Batı demokrasilerinde eğitim düzeyi yükseldikçe bazı Protestan mezheplerinde kökten dincilik azaldı. Doğaüstü güce olan inanç bulanıklaştı, diğer doktrinlere daha toleranslı olmaya başladılar ve muhafazakar aşırılıklara daha fazla uyum sağlamaya başladılar. Bu tip " liberal " bir din kanlı olaylara neden olmaz.

Ancak ortaya birde tuhaf durum çıktı: Liberal kiliseler ölmeye başladı. Avrupa'da bu kiliselerin beklentileri azalmaya başladı. Birleşik Devletlerde 1960'lardan bu yana Presbiteryen kiliseleri yüzde yirmi beş, Piskoposlar yüzde yirmi sekiz, Metodistler yüzde on sekiz , İsa Birlik Komitesi yüzde yirmi, İsa'nın  Kurtarıcıları ise yüzde kırk üç oranında üyelerini kaybetti. Toplam olarak Birleşik Devletler nüfusu elli milyon artarken kilise üyelerinin sayısında beş milyon azalma var.

Eğitimli kişiler din ihtiyaçlarını bir şekilde kaybediyor. Daha az eğitimli insanların ilgi duyduğu kökten dincilik ise hem Amerika'da hem de dünyanın diğer yerlerinde patlama gösterdi. Kökten dinciler çoğaldıkça çekişmeler daha beter hale geldi; özellikle fakir bölgelerde inanalar, laik devleti teokrasi ile değiştirmek için çabalamaya başladılar.

Bilginler, yazarlar, gazeteciler ve diğer gözlemciler kökten dinciliğin Soğuk Savaş'ın bitiminden itibaren artış gösterdiğine dikkat çekiyorlar:

1990'ların başlarında Sovyetler Birliği çökmeye başlayınca Boston Globe'dan H.D.S. Greenway, " Sovyetler Birliği'nin dağılması insanları başına İngiliz, Fransız ve Osmanlı İmparatorluklarında yaşanan ve tüm dünyayı etkileyen dört olaya benzer bir bela saracak: etnik nefret, dini hoşgörüsüzlük, toplumsal şiddet ve geleceği olmayan ulusçuluk. Hepsinin de hatası 'kolonicilik'le ayakta kalmış olmaları " şeklinde yorum yapmıştı. Mısır'ın bir zamanlar kozmopolit cevheri olan İskendireye'nin  çoktan " İslami kökten dinci bir şehir " haline geldiğini yazmıştı ve Avrupa ile ilgili de şöyle bir tahminde bulunmuştu:" Gelecek on yıl içinde Yugoslavya'nın parçalanma olasılığı çok güçlü. Orada yaşanacak din savaşı bencil bir nefretin zaferi olacaktır."

Nobel Ödüllü Elie Wiesel 1992'de Parade dergisine artan fanatiklik hakkında, " Din, başkaları için tehlikeli boyuta getiren kişisel bir savaş ve mutluluk umutlarını azaltan bir inançtır" şeklinde yorum yaptı. Ve Nietzsche'nin bir sözünü aktardı:" Çılgınlık belirsizliğin değil kesin olanın sonucudur."

Fransız bilgin Gilles Kepel  Tanrının Öcü isminde Katolik, Protestan, Musevi ve Müslümanlar arasında kökten dincilikle ilgili bir çalışma yayınladı. 1994 yılındaki röportajında " Bu dini hareketler artık gün ışığına çıkmamış pek çok insanın sesini oluşturuyor " dedi. Kepel'e göre fanatikler. " kutsal kitaplara geri dönüyor" ve kendi radikalliklerine uyan ayetleri seçiyor." 1981 tarihli Sedat suikastının nedeni bu. Mescid-i Aksa camisini havaya uçuran yer altı örgütü gibi çalışan İsrailli Musevi'ler de  aynı nedenden hareket etti."

Ortadoğu diplomatı Richard Murphy Newsweek'de " Kökten dincilik diğer izmlerin -Baathizm ( Irak'ın laik siyaseti)-başarısızlığından dolayı büyüdü " şeklinde yorum yaptı.

Harvard profesörü Samuel Huntingon 1993'de süper güçler arasındaki ideolojik yarışma durduğundan beri dünyanın " kültürel çekişme kaynaklarına, hükmedilen, medeniyetler arasındaki çizgilerini oluşturduğunu " yeni bir döneme geçtiğini söyledi. Medeniyetin " tarih, dil, kültür, gelenek ve en önemlisi de dinden " oluştuğunu anlattı. İnanç pek çok fakir bölgede " Hindistan'ın Hiduizmi, Ortadoğu'nun yeniden yapılanan İslamı " gibi ortaya çıkıyor. Foreign Affairs'de, " Avrupa'nın Batı Hıristiyanlığı ile Ortadoks Hıristiyanlığı arasındaki ideolojik bölünmesi İslamın yeniden yükselmesine neden oldu" dedi. " İslamın kuzey sınırında ise, aralarında Bosna'daki katliam da olmak üzere Ortodokslarla Müslümanlar arasında giderek artan bir çekişme yaşanmakta."

Yugoslavya'nın dağılması hakkında yorum yapan makale yazarı  Anthony  Lewis 1993'de New York Times'a şöyle dedi: " Yugoslavya'nın dağılması modern tarihte en az bir tane iz bıraktı. Avrupa'da etnik-dini bir sorun ortaya çıktı."

Presbiteryen  rahip Robert Meneilly Liberty dergisinin 1994 mart-nisan sayısında fanatik inancın ciddi bir tehlike olduğunu yazdı. Şöyle diyordu: " Bugün dünyadaki flaş olaylara bir bakın: Aşırı dinciler, Kuzey İrlanda, İsrail, Bosna ve Birleşik Devletler'de fişekler patlatarak her çeşit kültür savaşı çıkarıyorlar. Din zarar, bağnazlık, önyargı, hoşgörüsüzlük ve sahtekarlığa neden olabilir... Hıristiyanlar olarak dinimizin, İsa adına şeytansı davranışlar, kanlı savaşlar, korkunç infazlar, nefret verici suçlar ve politik kaoslar ürettiğini kabul etmeliyiz."

Birleşik Devletler Bölge Yargıcı Jhon L. Kane 1987'nin haziran ayında Denver'da yaptığı konuşmada şunları söyledi: " Dini baskılar Mısır piramitlerinden bile eskidir ve günümüzde İran'ın Bahai inancından olanları katletmesi kadar gerçektir. İnsanlık tarihine en hakim temalardan biri olan dini hoşgörüsüzlük insan ruhundaki bütün vahşet ve şeytansı insafsızlığa ne yazık ki  hala devam etmekte."

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Boutros Ghali, 1993 kasım ayında, etnik çekişmelerin bütün dünyanın güvenliği için Soğuk Savaş kadar büyük bir tehlike oluşturduğunu söyleyerek bir uyarıda bulundu. Time'dan Lance Morrow 1993 mart ayında 1990'ların " mantıksız bir dini kültürden " etkilendiğini yazdı. Dedi ki: " Herhangi bir saldırgan kültürü ya da ulusu kazırsanız, altından genellikle dini bir tema, eski bir inanç ya da doğa üstü enerji bağıyla karşılaşırsınız... En tatlı sığınak ve teselli olan inanç ters bir mucize ile kılıca, sopaya, meşaleye ya da tüfeğe dönüşebilir. Dini nefretler acımasız ve katı olma eğilimindedir."

Başkan Yardımcısı Albert Gore 14 Ocak  1994'te Virginia, Richmond'da Din Özgürlüğü Günü'nde yaptığı konuşmada şöyle dedi: " Bu gün dinsel özgürlüğümüzü kutlamamıza rağmen dünyanın dört bir yanında din adına cinayetler işleniyor. Şu anda Saraybosnalı Müslümanlar yardıma muhtaç, şehrin tepesindeki dağlarda güya " Hıristiyan " Sırplar tarafından bombardımana tutuluyorlar. İran'daki barışçıl savunmasız Bahailer hapse atılıyor ve İran'daki devleti tarafından öldürülüyorlar. Suçları ne mi? Bahailer insan ruhunun birliğine inanıyorlar. Saddam Hüseyin Irak'taki Müslümanlara karşı terör kampanyaları yürütüyor. Mısır'daki Müslüman kökten dinciler turistleri makineli tüfeklerle tarıyor. Hindistan civarındaki bölgede Hindu ve Müslüman birbirlerinin boğazına yapışıyorlar. Kuzey İrlanda'da aynı dini savaşçılar çok korkunç, gaddar ve acımasız oldu."

Bütün bunlar 1990'ların acılarıdır. Din, evrensel merhamet mesajına rağmen politikaya, fakirliğe kültürlere ve sosyal kargaşaya karışarak merhametin tersi bir durum yaratabiliyor. 1990'lara rahatlıkla, inancın öfkesiyle dolu yıllar denebilir.

Tibetli kibar Budist rahipler bile savaşa karşı bağışık değil. Dalai Lama'nın müritleri Tibetliler, ruhani liderleri öldüğünde ruhunun daha sonra, kaderinde liderlik olan bir bebeğin bedeninde yeniden hayat bulduğuna inanıyorlar. Yeni guru ilahi nitelikler gösterebileceği yaşa gelene kadar belirli olmadığından dört Budisyt mezhebi de  gurunun ölümünden itibaren dört yıl boyunca lidersiz kalıyor. Kargyud mezhebi liderini 1982'de kaybetti ve on yıl boyunca kutsal bir çocuğun çıkmasını bekledi. Mart 1994'te Associated Press Hindistan'da sürgünde yaşayan yeni tanrılarını bulduklarını belirtiyor.; bu kişi on yaşında bir çocuk. Çocuğu sunmak için tören düzenlendi. Ancak tören, gerçek reenkarne olmuş kişinin Tibet'te yaşayan sekiz yaşında bir kız olduğuna inanan rakip keşişlerin saldırısına uğradı ve isyan patladı. Camlar kırıldı, binalara saldırıldı. Sonunda rakipler keşişlerin bina damından fırlattığı taşlarla kovuldu.

Tayland'daki diğer Budist keşişler ise Amerika'nın TV vaizleri gibi para sızdıran büyük sahtekarlara dönüşerek skandallere neden oluyorlar. Ünlü keşiş Phra Kittiwuttho 1994'te 275.000 dolarlık sahte arazi satışından tutuklandı. Kitap ve kaset satışından bir servet elde eden " süper star " keşiş Yantra Ammarobhikku ise bekarlık yeminini bozan çılgın seks eğlenceleriyle suçlanıyor.

1994'te Güney Afrika'nın Lebowa bölgesinde kötü bir din töreni ortaya çıktı. Associated Press 1994'ün haziran ayında bazı köylülerin ölümünden sonra, şamanların ölüme cadıların neden olduğunu söylediklerini ve köylülerin, cadı olduğuna inanılan suçluları evlerinde diri diri yaktıklarını defalarca yazdı. Yılın ilk yarısında altmış beş kişi infaz edildi. Bazı aileler benzinle yakılarak ve boğazlanarak öldürüldü. Polis Lebowalıların geleneksel olarak cadılardan korktuklarını ancak yakmanın son yıllarda yaygınlaştığını söyledi.

Tarihte ve güncel haberlerde yer alan pek çok dini cinayet gibi dehşetin bir fantezi olarak akıllarda kalması işin traji-komik tarafı. Fenikeliler çocuklarını varolmadıkları halde Astarte, Adonis ve Moloch isimli tanrılara kurban etmişler. Aileler çocuklarını sebepsiz  yere öldürmüşler. Aynı şekilde Aztekler ise tamamen birer hayal ürünü olan tanrılar-yılan-tanrı ve Kali için kurban edilen katiller- için kalpleri söktüler. Tanrı Rama'nın dokuz 100.000 yıllık doğum yeri  ya da Muhammedin sakalının kılı için ortalığı kan gölüne çevirmek de aynı şey değil mi?

Günümüzde din adına işlene cinayetlerin çoğu etnik ve kültürel faktörlerden kaynaklanmasına rağmen altta yatan neden, farklı kimlik taşıyan insanları düşman olarak algılayan ve taraftarlarını sabit bir kimlikle tanımlayan inanç.

Zihnin görünmeyen ruhlara ihtiyaç duyan mantık dışı bölgesi her an tehlikeli olabilir ve insanı felakete sürükleyebilir. Düşünen insanlar sürekli kendilerini kontrol etmelidir.

İşin acı yanı ateşli dindar uluslar genellikle daha korkunç sosyal kötülüklere maruz kalmaktadır. Örneğin Birleşik Devletler'de tüm diğer demokratik uluslardan daha fazla kilise olmasına rağmen cinayet, tecavüz, hırsızlık, silahla vurma, bıçaklama, uyuşturucu kullanımı, evlilik dışı hamilelik, ve Waco Guyana, Jonestown gibi zaman zaman gerçekleşen trajedilerin oranlarının diğer yerlere göre yüksek olduğunu bildiriyor. Her iki durum arasında bir bağ olmayabilir ancak dinsel doyurma, suç oranları konusunda başarısızlığa uğramıştır. Kitabın bölümlerinde görüldüğü üzere kökten dinci ve dini kültüre dayalı toplumlar mezhep kavgalarına meyillidir. İngiltere, İskandinavya, Kanada, Japonya ve bu tip yerlerde daha az kilise vardır ve insanlar sosyal kontratlarını daha barışçıl yürütmektedir.

Kanıt açıkça görülüyor: Güvenlikli, nezih, düzenli ve "medeni" yerlerde yaşamak için aşırı dinci bölgelerden sakının.    

ÇAna Sayfa