Safvan bin Mu’attal ve İfk Olayı
Mustaliklere karşı girişilen savaşa giderken, Muhammed yanına Ayşe’yi de alır. Savaştan sonra ganimetler paylaşılır ve Medine’ye dönmek üzere yola çıkarlar. Dönerken yolda verilen mola sırasında, Ayşe gerdanlığını kaybeder ve gerdanlığı bulmak üzere kervandan ayrılır.. Ayşe, devenin sırtındaki kocun denilen, kapalı bir tahterevanda seyahat ettiği için, yokluğu farkedilmez ve kervan yoluna devam eder. Daha sonra, kolyesini bulan Ayşe, Sefvan bin Mu’attal adındaki genç bir kervancı ile onun devesine binerek arkadan gelir. Daha sonra Medine’ye geldiklerinde, Ayşe ile genç kervan görevlisi hakkında dedikodular başlar.. Muhammed, Ayşe’yi sorguya çeker, Ayşe böyle bir olayın olmadığını söyler. Herşeyin cevabını Cebrail’den alan Muhammed bu sorunun cevabını Cebrail’den alamıyacağını çok iyi bilmektedir.. Tekrar Ayşe’yi sorguya çeker ve gene aynı cevabı alır. Bunun üzerine Muhammed kendisine küser ve Ayşe’de babası Ebu Bekir’in evine gider. Bir süre sonra Ayşe’siz yapamıyacağını anlayan Muhammed, Ebu Bekir’in evine giderek tekrar Ayşe ile konuşmayı dener. Eğer bir günah işlediysen Allah’a tevbe et, Allah seni affedecektir der. Ayşe işlemediğim bir günah yüzünden niye Allah’a tevbe edeyim der.. Ayşe’yi konuşturamıyacağını anlayan Muhammed için çözüm, konuyla ilgili bir ayet gelmesindedir.. Ve aşağıdaki ayetler gelir..
Nur
/ 11. (Peygamber'in eşine) bu ağır iftirayı uyduranlar şüphesiz
sizin içinizden bir guruptur. Bunu kendiniz için bir kötülük sanmayın,
aksine o, sizin için bir iyiliktir. Onlardan her bir kişiye, günah olarak ne
işlemişse (onun karşılığı ceza) vardır. Onlardan (elebaşlık yapıp) bu
günahın büyüklüğünü yüklenen kimse için de çok büyük bir azap vardır.
12. Bu iftirayı işittiğinizde erkek ve kadın müminlerin,
kendi vicdanları ile hüsnüzanda bulunup da: "Bu, apaçık bir iftiradır"
demeleri gerekmez miydi?
13. Onların (iftiracıların) da bu konuda dört şahit
getirmeleri gerekmez miydi? Mademki şahitler getiremediler, öyle ise onlar
Allah nezdinde yalancıların ta kendisidirler.
Nisa
/ 15. Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı aranızdan dört şahit
getirin. Eğer şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye
yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde hapsedin.
16. İçinizden fuhuş yapan her iki tarafa ceza verin; eğer
tevbe eder, uslanırlarsa artık onlara ceza verip eziyet etmekten vazgeçin;
çünkü Allah tövbeleri çok kabul eden ve çok esirgeyendir.
Burada
dikkat edilecek nokta, her konuda gerçeği kendisine söyleyen Cebrail, neden
bu konuda Muhammed’i yalnız bırakmıştır.
Aşağıdaki
hadis İfk olayı ile ilgilidir.
716 - Zühri merhum, Urve ve başkalarından almış olarak Hz. Aişe'nin şu
rivayetini nakleder: "Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)
buyurmuştur ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir sefere çıkacağı
zaman kadınları arasında kur'a çeker, kur'a kime çıkarsa onu beraberinde
sefere götürürdü. Bir
sefer sırasında da benim okum çıktı ve yolculuğuna ben refakat ettim. Bu
sefer, örtünme emri geldikten sonra idi. Ben yol sırasında deve sırtında
giden bir mahmil içinde taşınıyordum. Konak yerlerinde de onun içinde iken
iniyordum. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın o gazvesi sona erinceye
kadar hep böyle yol aldık. Nihayet geri döndü ve Medine'ye yakın bir yerde
konakladık. Geceleyin bir müddet kaldıktan sonra dönüş emri verildi. Dönüş
emri çıktığı sırada ben kalkıp (kâza-yı hacet için tek başıma)
sordudan ayrılıp gittim. İhtiyacımı gördükten sonra bineğime geri
geldim. O sırada göğsümü yokladım. Yemen'in göz boncuğundan yapılmış
gerdanlığım kopmuştu. Aramak üzere
geri döndüm. Onu aramak beni epeyce oyaladı. Benim bineğimle meşgul olan
askerler gelip mahmilimi deveme yüklemişler. Zannetmişler ki ben mahmilin içindeyim.
O zamanlar kadınlar çok hafifti. Az yedikleri için şişman değillerdi.
Askerler mahmilini kaldırırken hafifliğine şaşırmayıp yüklemişler. Ben
zaten küçük yaşta bir kadındım: Hülâsa devemi sürüp gitmişler. Ordu gittikten sonra gerdanlığımı
buldum. Ordugâha geri döndüğüm zaman kimseyi bulamadım. Herkes gitmişti.
Önce bulunduğum yere geldim. Beni bir müddet sonra kaybetmiş olduklarını
farkederek aramaya geleceklerini düşündüm. Bu halde iken uyku bastırmış
ve uyuyup kalmışım. Safvan
İbnu Muattal es-Sülemî -ki bilâhere (Zekvan'da ikamet ederek) Zekvâni ünvanını
da almıştır- (geri gözcülüğü vazifesiyle) ordugâhın gerilerinde geceyi
geçirmişti. Sabah olunca benim menzilden geçerken uyuyan bir insan karaltısı
görerek yanıma geldi. Görür görmez beni tanıdı. Zira örtünme emri
gelmezden önce beni görmüştü.
Ben onun istirca sesiyle "İnnâ lillah ve innâ ileyhi râci'ûn
=Biz Allah'ın kullarıyız ve Allah'a dönüp varacağız" uyandım.
Derhal başörtümle yüzümü örttüm. Allah'a kasem olsun bana tek kelime
konuşmadı, istircâından başka bir tek sözünü de işitmedim. İndi ve
devesini ıhtırdı. Binmem için devenin ön ayaklarına ayağıyla bastı. Ben
de bindim. Devemi önden çekti, böylece yol aldık. Ordu bir yerde konakladığı
sırada onlara yetiştik.
(Gecikme hadisesini iftira vesilesi yaparak) benim yüzümden helâk
olanlar oldu. Bu işte en büyük vebal de Abdullah İbnu Ubey İbni Selûl'e düşmüştü.
Medine'ye geldiğimiz zaman bir ay kadar hasta yattım. Meğer bu esnada
iftira edenlerin dedikoduları herkesi meşgul ediyormuş. Benim ise hiçbir şeyden
haberim olmadı. Ancak bir husus bende kuşku uyandırmıştı. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'da, başka zaman hastalanınca gördüğüm iltifat
ve alâkayı göremiyordum. Yanıma girip selam veriyor, sonra da: "Şu
sizinki nasıl?" deyip çıkıyordu. Bu davranışından biraz işkilleniyordum
ama yine de (ortalığı saran) fitneden bihaberdim. Bu halde nekâlet devresine
girdim. Bir gece,
ben ve Ümmü Mistah o zaman için helâ olarak kullandığımız menâsı
(denen çukurların bulunduğu semte) doğru gitmiştik. Biz buraya, geceden
geceye çıkardık. (Hicab ayetinden sonra) evlerde helâlar inşa edilince çıkmaz
olduk. Bundan önce biz de, eski Arapların def-i hâcetteki usulüne uyuyorduk.
Ben ve Ümmü Mistah -ki bu kadın Ebu Rühm İbnu Muttalib İbni Abdi Menaf'ın
kızıdır- böylece yürüdük. Onun annesi Ebu Bekri's-Sıddîk'ın teyzesi
olan Sahr İbnu Âmir'in kızıdır. Oğlu da Mistah İbnu Üsâse İbnu Ubâd
İbni'l-Muttalib'dir. İşimiz
bittikten sonra yürüyorduk. Ümmü Mistah, ayağı örtüsüne takılarak düştü.
Kadın (böyle can yakıcı durumlarda söylenmesi âdet olan "düşmanın
helâk olsun demedi): "Mistah helâk olsun!" diye (oğluna) beddua
etti. Ben kadına: -"Amma
da yaptın!" Bedir gazvesine katılan bir kimseye beddua ediyorsun
ha!" dedim. -"Anacığım!
onun ne söylediğini işitmedin mi?" dedi.
-"Ne söylemiş ki?" dedim.
Bunun üzerine iftiracıların söylediklerini bir bir anlattı. Hastalığıma
yeni hastalık katıldı. Eve dönünce, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) yanıma girdi ve:
(İsmimi söylemeden) "Adamınız nasıl." dedi. Ben:
-"Ebeveynimin yanına
gitmeye izin ver" dedim. Ben, haberin aslını annemle babamdan işitmek
istiyordum. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) izin verdi, ben de
ebeveynimin yanına geldim. Anneme:
-"Ey anneciğim, halk arasında söylenen bu sözler nedir?"
dedim. -"Ey
kızım! Sen bu meseleyi büyütme. Allah'a kasem olsun güzel ve kocasının
yanında sevgili olan, birçok kumaları (ortak) bulunan bir kadın hakkında
her zaman çok dedikodu ederler" dedi. Ben:
-"Sübhanallah, demek halk böyle söylüyor ha!" dedim.
O gece sabaha kadar hiç durmadan ağladım. Ne gözümün yaşı dindi,
ne de gözüme uyku girdi.
Sabah oldu, ben hâlâ ağlıyordum. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
o gün Ali İbnu Ebi Talib'i ve Üsâme İbnu Zeyd (radıyallahu anhüma)'i çağırmıştı.
Benimle ilgili vahyin gecikmesi üzerine ailesiyle ayrılma hususunda onlarla
istişâre ediyordu. Üsâme
(radıyallahu anh), ehlinin suçsuzluğu hususunda onlara karşı içinde
beslediği sevgiye dayanarak, bildiği hususu şöyle dile getirmişti:
-"Ey Allah'ın Resûlü! Onlar zevcelerinizdir. Allah'a kasem olsun,
onlar hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz."
Ali İbnu Ebî Tâlib de şöyle demişti:
-"Ey Allah'ın Resûlü, Allah sana darlık vermez. Ondan başka kadın
çoktur. Sen câriyene sor, (onun hâlinni o daha iyi bilir), sana gerçeği
haber verir." Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) bu tavsiye üzerine cariyemiz Berîre'yi çağırdı
ve: -"Ey Berîre,
söyle! Aişe'de sana şüphe verici bir husus gördün mü?" diye sordu.
Berîre: -"Hayır!
Seni hak üzerine peygamber olarak gönderen Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun,
ben onda fena bulduğum bir şey görmedim. Ayıplanabilecek tek gördüğüm şey
şudur: "Yaşı genç olduğu için, ailesi için yoğurduğu hamurun üzerine
uyur, bu sırada gelen keçi, hamurdan yerdi."
(Bu soruşturma sonunda) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kalkıp
mescidde bir hutbe okur. Bu iftirayı ilk defa çıkaran Abdullah İbni Ubey İbni
Selûl hakkında söz etmekten özür dileyerek, minberde şunları söyler:
-"Ehlim hakkında bana sıkıntı veren adamı cezalandırmada,
intikamımı almada bana kim yardım edecek? Allah'a yemin olsun ehlim hakkında
hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Adı iftiraya karıştırılan bir adamdan
söz ettiler. Onun hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum. O ailemin
yanına ben olmayınca hiç girmemiştir."
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bu sözleri üzerine (Evs
kabilesinin reisi) Sa'd İbnu Muâz (radıyallahu anh) kalktı ve:
-"Ey Allah'ın Resûlü! Allah'a yemin olsun biz ondan senin intikamını
alırız! Eğer Evs kabilesindense boynunu vururuz. Hazreçli kardeşlerimizden
ise, bize sen emredersin, biz emrini aynen yerine getiririz!" dedi.
Hazreç kabilesinin reisi olan Sa'd İbnu Ubâde ayağa kalktı. Sa'd aslında
salih bir kimseydi. Ancak (Sa'd İbnu Muaz'ın konuşmasından alınarak) kabile
hamiyet ve gayretine kapılmıştı. Sa'd İbnu Muâz'a dönerek şu sert cevabı
verdi: -"Vallahi
sen yalan söylüyorsun! Sen onu (Abdullah İbnu Ubey İbnu Selül'ü) öldüremezsin.
Öldürtmeye gücün de yetmez."
(Ensar'ın ileri gelenlerinden) Useyd İbnu Hudayr (radıyallahu anh) -ki
bu zât da Sa'd İbnu Muaz'ın amcaoğludur- kalkarak Sa'd İbnu Ubâde'ye çıkıştı:
-"Allah'a yemin olsun yalan söyleyen sensin. Onu mutlaka öldürürüz.
(Abdullah İbnu Ubey'e arka çıkıyorsan) sen de münâfıksın, münafıklar
hesabına kavga ediyorsun!"
Derken (Ensâr'ın iki kabilesi) Evs ve Hazreç ayağa kalkmışlar ve
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) daha minberde iken, birbirlerine girmeye
ramak kalmıştı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sükûneti sağlayıncaya
kadar gayret sarfetmiş ve minberden inmişti.
Ben o gün de ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne de gözüme uyku
girdi. Müteakip gece de hep ağladım: Ne gözümün yaşı dindi ne de bir parça
olsun uykum geldi. Sabahleyin annem ve babam yanıma geldiler. Böylece ben, iki
gece bir gündüz aralıksız ağlamıştım. Öyle ki artık ağlamaktan ciğerlerim
parçalanacak diye düşünüyordum.
Onlar yanımda oturuyorlar, ben de ağlamaya devam ediyordum. Derken
Ensar'dan bir kadın izin istedi. Ona, gir dedim. Yanıma oturup o da benimle ağlamaya
başladı. Biz bu halde iken Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) girdi. Sonra
oturdu. Hakkımda söylenen şeyler söylenileden beri yanımda hiç oturmamıştı.
Bu arada bir ay geçmiş ve meselemle ilgili herhangi bir vahy gelmemişti. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) otururken şehâdet kelimesini de getirmişti. Sonra
bana şunları söyledi:
-"Ey Aişe, senin hakkında bana şöyle şöyle sözler ulaştı. Eğer
bu dedikodulardan berî isen Allah seni vahiyle tebrie edecektir. Şayet bir günah
işledi isen Allah Teâlâ'ya tevbe et. Zira kul bir günah işler, sonra da günahını
itirafla tevbe ederse, Allah Teâlâ tevbesini kabul ve affeder." Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
sözlerini tamamlayınca (ızdırabımın şiddetinden) gözlerimin yaşı
kurudu, artık tek bir damla bile yaş hissetmiyordum. Babama:
-"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sözlerine sen cevap
ver" dedim. Babam:
-"Vallahi Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a ne diyeceğimi
bilemiyorum" dedi. Anneme yönelerek:
-"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın söylediklerine sen bâri
cevap ver" dedim. Annem de:
-"Vallahi Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a ne söyleyeceğimi
ben de bilemiyorum" dedi.
Hz. Aişe devamla der ki: "Ben yaşı henüz küçük bir kadındım.
Kur'ân'dan da fazla okumuyordum. Dedim ki:
-"Vallahi ben biliyorum ki halkın söyleştiği şeyleri işittiniz.
Onlar içinize yer etti ve hep inandınız. Size: "Günahsızım"
dedim, inanmıyorsunuz. Yapmadığım bir şeyi size itiraf etsem, -Allah
biliyor ki ben ondan berîyim- beni tasdik edeceksiniz. Allah'a kasem olsun,
sizinle benim durumumu anlatacak en iyi örnek Hz. Yusuf'un babası ve onun şu
sözüdür: "Bana güzelce sabır gerekir. Anlattıklarınıza ancak
Allah'tan yardım istenir" (Yusuf, 18). Sonra yüzümü çevirip yatağıma
sokuldum. Kasem olsun ben o zaman suçsuz olduğumu biliyordum ve Allah'ın
benim suçsuzluğumu te'yid edeceğine inanıyordum. Ancak, kesinlikle, Allah'ın
benim hakkımda bir vahiy indireceğini, bunun (kıyâmete kadar) okunacağını
hiç aklımdan geçirmedim. Ben, kendimi, Allah'ın herhangi bir şekilde tekellüm
buyurarak okunacak bir vahiy konusu edilmeye değer bulmuyordum. Ancak, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın göreceği bir rüya yoluyla Allah'ın beni
tebrie edeceğini ümid ediyordum.
Allah'a kasem olsun, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) daha oturmuş
olduğu yerden kalkmamış ve ev halkından kimse dışarı çıkmamıştı ki
Allah, Resûlüne vahiy indirdi: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı vahiy
sırasında her zaman gelen hâlet istila etti. Sonra da o hal zail oldu. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) tebessüm içindeydiler. Konuştuğu ilk kelime bana
şunu söylemek oldu: -"Ey
Aişe Allah'a hamdet. Zira, seni tebrie buyurdu." Annem de bana:
-"Kalk Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a teşekkür et!"
dedi. Ben ise: -"Vallahi
hayır, ona teşekkür etmeyeceğim, sadece Allahıma hamdediyorum. Benim suçsuzluğumu
Rabbim vahiy buyurdu" dedim. Allah'ın indirdiği vahiy şöyleydi:
-"Muhammed'in eşine o yalanı uyduranlar içinizden bir güruhtur.
Bunu kendiniz için kötü sanmayın, o sizin için hayırlı olmuştur. O
kimselerden herbirine kazandığı günah karşılığı ceza vardır. İçlerinden
elebaşılık yapana ise büyük azab vardır. Onu işittiğiniz zaman,
erkek-kadın mü'minlerin, kendiliklerinden hüsnüzanda bulunup da: "Bu
apaçık bir iftiradır" demeleri gerekmez miydi? Dört şâhid getirmeleri
gerekmez miydi? İşte bunlar şâhid getirmedikçe, Allah katında yalancı
olanlardır. Allah'ın dünya ve âhirette size lütuf ve merhameti olmasaydı,
o kötü sözü yaymanızdan ötürü büyük bir azaba uğrardınız..."
(Nur 20). (Bir
sayfa tutan) on âyeti, Cenâb-ı Hakk benim suçsuzluğumla ilgili bu ayetleri
indirince, Ebu Bekri's-Sıddîk (radıyallahu anh) -ki Mistah İbnu Üsâse'ye
akrabalığı ve fakirliği sebebiyle maddi yardımda bulunuyordu- şunu söyledi:
-"Aişe (radıyallahu anhâ)'ye bu iftirayı yaptıktan sonra, ona
artık bir daha yardım yapmayacağım."
Bunun üzerine şu vahiy indi: "İçinizde lütuf ve servet sahibi
olanlar, yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere, vermemek
için yemin etmesinler, affetsinler geçsinler. Allah'ın sizi bağışlamasından
hoşlanmaz mısınız? Allah bağışlayandır, merhametli olandır" (Nur,
22). Bunun üzerine
Ebu Bekri's-Sıddîk (radıyallahu anh): "Evet evet, Allah'a kasem olsun,
Allah'ın beni affetmesini çok severim" dedi ve Mistah'a yapmakta olduğu
yardımı yapmaya devam etti ve: "Ebediyyen yardımı ondan kesmeyeceğim"
dedi. Hz. Aieşe
(radıyallahu anhâ) sözlerine devamla dedi ki: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
tahkik sırasında Zeyneb Bintu Cahş'a da hakkımda sormuş ve:
-"Ey Zeyneb, bu hususta ne biliyorsun, ne gördün?" demişti.
O da: -"Ey
Allah'ın Resûlü, ben kulağımı, gözümü işitmediğim, görmediğim şeyden
muhafaza ederim. Ben Aişe hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum!"
demişti. Zeyneb (radıyallahu anhâ), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
zevce-i tâhireleri arasında (bazı faziletleri sebebiyle) benimle boy ölçüşen
birisiydi. Allah verâ ve dindarlığı sebebiyle onu (bu meselede müfteriler
tarafında yer almaktan) korudu. Onun kız kardeşi Hamna ise, onunla mücâdeleye
koyuldu ve helâk olan müfteriler arasında helâk oldu.
Müfteriler arasında (Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in şairi)
Hassân İbnu Sâbit (radıyallahu anh) de vardı. Urve der ki: "Hz. Aişe
(radıyallahu anhâ) yanında Hassân'a kötü söz söylenmesinden hoşlanmazdı
ve derdi ki: "O şu beyti söyleyen kimsedir: "Babam, babanın babası,
ırzım, size karşı Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'in ırzına bekçidir."
Mesrûk İbnu'l-Ecda der ki:
-"Ben Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nin huzuruna girmiştim. Yanında
Hassân İbnu Sâbit (radıyallahu anh)'i gördüm. Hz. Aişe'ye şiir okuyor,
bazı beyitleri kendisiyle tezyin ediyordu. Şunu okudu: "Afifdir, ağırdır, iffetinden şüphe
ne mümkün! Kötü
düşünceden uzak olanların etleri bile onu aç bırakır."
Hz. Aişe'ye dedi ki: "Sen nasıl olur da Hassân'ın yanına
girmesine izin verirsin, o ki, hakkında Allah şöyle buyurmuştur: "İçlerinden
elebaşılık yapana ise büyük azab vardır." Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)
şu cevabı verdi: "Körlükten daha şiddetli bir azab var mı!" Hz.
Aişe sonra şunu da söyledi "O, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı
müdafaa ediyordu." Buhari, Şehâdât,
15, 30, Hibe 15, Cihad 64, Megâzi 11, 34, Tefsir, Yusuf 3, Nur 6, 11, Eyman 18,
İ'tisan 28, Tevhid 35, 52;
Müslim, Tevbe 56, (2770);
Tirmizi, Tefsir, (3179);
Nesâi, Tahâret 1194, (1, 163-164).