ESKİ ARAP TOPLUMUNDA EŞCİNSELLİK VE İSLAM

Erkek merkezli, çok eşli ve kadınların aşağılandığı Arap toplumu, İslam dininden sonra da özünde aynı kaldı. Arap toplumu İslam’ı coşkuyla kabul ettikten sonra insanların davranışları ahlaki kesinlemelerle kuşatıldı; gerçekte pek fazla değişim olmasa da seks hakkında yazılanlar ve söylenenler değişti.

Muhammet M.S. 570’de Mekke’de doğdu ve 632’de yine orada öldü. Kuran’da Allah’ın insanı topraktan yarattığı yazılıdır, fakat bunun yanında yine Kur'an’da insanın döl damlalarından ve kan pıhtısından yaratıldığı da yazılıdır. İbranilerin Yahova’sının aksine, Allah cinsel bir varlıktır ve İslam sekse büyük değer verir. Üstelik ilk Hıristiyanların çileciliğinin tersine Muhammet bekarlığa karşıydı ve evliliğin tüm erkeklerin yükümlülüğü olduğunu ve Tanrı’nın en önemli emri olduğunu öğütlemişti. Tek eşle yaşayamayan erkekler için çok eşlilik makbuldü. Ancak bir erkek kaç karısı olursa olsun hepsine nezaketle muamele etmeliydi. (Nezaketin nasıl tanımlandığı ise bir başka sorundu.)
Muhammet kadınları etkileyen bazı eski Arap geleneklerinde bir takım cüzi iyileştirmeler yaptı. Kadınlar baba ocağından çeyiz götürme haklarını muhafaza ettiler. Anal ilişki ve oral genital temas için kadınların rızası şarttı. (Ancak kızlar oniki ya da onüç yaşındayken evlendiriliyordu.) Zina ile suçlanan kadının cezası ölümse de, suçlamayı kanıtlamak için dört tanık göstermek gerekiyordu. Kadınlar her zaman erkekler için zararlı olabilecek fazlasıyla erotik varlıklar olarak görülüyordu. Gerek erkekte gerek kadında çıplaklık müstehcendi, ancak bir kadının vücudunun herhangi bir bölümü kocası dışında birisi tarafından görülmemeliydi. Bu yüzden, kadınlar dışarıda tümüyle örtülü halde gezerlerdi. Erkek konuklar eve geldiğinde tüm kadınlar köşeye çekilip, bir perdenin ardında durmak zorundaydılar.

Muhammet’in ölümünden sonra, Arap İmparatorluğu genişledikçe İslam alimleri hadis'lerden hareketle ayrıntılı bir davranış sistemi geliştirdiler. Bu sistemde 600.000 civarında madde vardı ve bunlar doğal olarak sık sık birbirleriyle çelişiyorlardı. Hadis, İslam’da Talmud’un Yahudi toplumunda tuttuğu yeri tutar. Ancak sanılabileceği gibi eşcinselliğin İslam toplumunda sahip olduğu yeri anlamakta pek yardımcı olmaz. Yasaların söylediklerinin aksine toplum kendi bildiğini okumayı sürdürmüştür. Bu tutarsızlık tek tek kişilerin yazılarında da görülebilir. Örneğin 1111 yılında ölen gizemli teolog Gazali aşık olduğu oğlanlara şiirler yazmış, ancak aynı zamanda eşcinselliği şiddetle kınamıştır. Tarihçi ve sosyolog İbni Haldun, bir hayli homoerotik şiirler yazmış, ancak eşcinsel edimlere bulaşanların taşlanması gerektiğini söylemiştir.

Hadis evlilik dışı her tür heteroseksüel ilişkiyi günah olarak gördü (eşcinsellik zina ile eşit düzeyde bir günah olarak görülüyordu), ancak hadis hem çokeşliliği hem de cariye edinmeye izin verdiğinden bir erkek evlilik hayatı içinde çeşit bolluğunu yaşayabilirdi. Ancak etrafta bu bolluğa yetecek sayıda kadın var mıydı?

Arap dili çok zengin bir eşcinsel sözcük dağarcığına sahiptir, bunun içinde erkek fahişeleri anlatmak için kullanılan onlarca sözcük vardır. Cinslerin katı çizgilerle ayrılmaları kesin bir kural olduğundan, erkekler sosyal yaşamlarını diğer erkeklerle birlikte geçiriyorlardı. Eşcinsellik bu durumda olanaklı tek cinsel ifade yolu olmuştur.

Ka’i Ka’us ibn İskender’in 1082 yılında en büyük oğluna bıraktığı "Prensler İçin Ayna" adlı hayat kılavuzunda şunlar yazar: "kadın ya da genç erkek olsun, eğilimlerini bir cinsle sınırlama.... her ikisinden de zevk al." Oğluna bir diğer tavsiyesi ise; vaktini yazın erkeklerle kışın ise kadınlarla geçirmesiydi. Bu kılavuz ince düşünülmüş ve uygar bir metindir ve belki de başka hiçbir şey erkek biseksüelliğinin ne kadar sıradan ve makul görüldüğünü bize böylesine güçlü ve yalın bir dille anlatamaz. Pek çok yazar biseksüelliklerini asla saklamadılar: Onüçüncü yüzyıl Kahire’sinden bir şair Beha Ed-din Zoheir’in metresi dışarı çıkan şairin arkasından "yine ay ve yıldızlar kadar güzel, genç ve istekli bir oğlan bulmaya gitti" diye yakınıyordu.

Arap tıbbı Batı’da çok takdir edilmiş ve pek çok Avrupalı düşünür ve hekimi etkilemiştir. Ancak Hıristiyan tıbbı sonradan Müslüman olan bir Yahudi Samau’al ibn Yahya (ölümü 1180)'nın yaptığı gözlemi pek beğenmiş olamaz. Yahya seçkin erkeklerin hekimlerinin onlara kadınlarla ilişkinin damla hastalığı, basur ve erken yaşlılığa sebep olduğunu söylemeleri üzerine genç erkeklere yöneldiklerini yazıyordu. İslam edebiyatı olgun ve zengin bir erkekle onun buyruğundaki genç bir erkek arasındaki cinsel birlikteliklerin çok yaygın olduğunu ve asla gizlenmediğini ortaya serer.

Bir Dominiken keşişi olan William of Adam Müslümanların şehvete düşkünlüklerinden dehşete kapılmıştı. William of Adam şöyle yazıyor: "Müslüman dininde hiçbir cinsel edim yasaklanmadığı gibi, bunlara bir de izin veriliyor ve övülüyor." Dominiken keşişi Hıristiyan oğlanlarının Mısır'da köle olarak satıldıklarını ve fahişe olduklarından yakınıyordu. Mısır ve İspanya'da yaşayan Yahudiler de oğlancılığa yönelmişlerdi. William şöyle anlatıyor: "İnsan haysiyetini unutan bu Sarasenler, o kadar ileriye gidiyorlar ki, burada erkekler birbirleriyle, erkek ve kadınlar bizim toprağımızda nasıl beraber yaşıyorlarsa öyle yaşıyorlar. "Yine, ilişkide pasif rolü üstlenen olgun erkek hor görülüyor ve bunu açıklama ihtiyacı hissediliyordu" belki de çok fazla haşhaş tüketimi? Ya da Aristo'nun bir takipçisinin yazmış olabileceği bazı genetik nedenler.

Kadın gibi giyinmiş ve makyajlı oğlanlar, Afganistan'da ondokuzuncu yüzyıla kadar zengin erkeklerin haremlerinin bir parçasıydılar. Sir Richard Burton şöyle yazıyor: "Afganlar büyük ölçüde ticari gezginlerdir. Her bir kervanda neredeyse tümüyle kadın giysileri giymiş oğlanlar ve gençler vardır. Gözleri sürmeli, yanaklarına allık sürülmüş, uzun bukleli, kınalı parmakları, görkem içinde develerini süren bu oğlanlara gezgin karılar denir, kocaları yanlarında sabırla uzun yolculuğa katlanırlar."

İslam'ın kadınlara verdiği önem, yine İskender'in, Prenslerin Aynasında özetlenmektedir. İskender, kız çocukları için şöyle yazar:

"Ona, okuma yazma öğretme, bu büyük bir felakettir. Büyür büyümez onu evlendirmek için elinden geleni yap; bir kız için en iyisi hiç varolmamış olmaktır, ancak bir kere doğduysa ya evlendirilmeli ya da toprağa gömülmelidir."

Haremlerin varlığı, kadınlar arasındaki ilişkileri, neredeyse erkek eşcinselliği kadar yaygın hale getirmişti. Lezbiyenlik İslam dünyasındaki erotik yazı ve resimlerde önemli bir yer tutar, ancak yine de hemen hemen tabu sayılan bir konu olmayı sürdürmüştür. Lezbiyenlerin aynı zamanda cadı oldukları fikri, Binbir Gece Masalları'nda yansıtılmıştır. Erkekler en büyük zevklerinde aslında tümüyle lüzumsuz olabileceklerini düşünmekten hoşlanmadıkları için haremlerdeki lezbiyen aşkın göstergeleri gözardı edilmiş olabilir. Bariz biçimde Batı yüzyıllar boyunca haremi şehveni lezbiyen tutkunun bir merkezi olarak gördü. Bir onaltıncı yüzyıl yazarı olan Pierre de Bourdeille, comte de Chasteau-Villain'e ait bir tabloyu tasvir ederken Batı'nın bu düşüncesini ortaya serer: "çok sayıda çıplak, balık etli kadın, hamamda birbirlerine dokunuyor, birbirlerini hissediyor, okşuyor ve sıvazlıyorlar. Ardından birbirlerine dolanıyor, birbirlerini seviyorlar ve tüm saklı güzelliklerini öylesine tahrik edici, zarif ve büyük ustalıkla gösteriyorlar ki. "Bu tür sahneler, elbette ki saçmalıktır. Gerçekte gizli aşıklar fazlasıyla ihtiyatlı davranmak zorundaydılar çünkü, haremler siyasi entrika kaynıyordu. Kadınlar birbirlerinin arkasından her biri kendi oğlunun gelecekte sultan olması için dolap çeviriyorlardı.

Ahmed İbn Yusuf Al Tayfashi (ölüm 1253) Nuzhat-al-Albab'da (Kalplerin Zevki) sefahat konusunda müstehcen bir gözlemler koleksiyonunu, şiirleri ve öyküleri biraraya getirdi. Al Tayfashi eşcinseller ve oğlancılar hakkındaki öykülerle özellikle ilgiliydi. Kitabının altıncı bölümünde eşcinsellerin ve erkek fahişelerin ayırıcı niteliklerini betimler. Onların kitaplar ve şarapla dolu, içinde kumruların ve şakıyan kuşların olduğu nefis evlerinden bahseder. Al Tayfashi eşcinselin birine gözlerini dikip uzun uzun bakmalarından tanınabileceklerini iddia eder. Bu uzun sabit bakışların ardından çoğu zaman göz kırpma gelir. Tipik eşcinselin ince kıllı bacakları vardır ve yürürken elleri ve bacakları salınır. Öykülerin çoğu daha sakalı çıkmamış oğlanların peşinden koşan olgun erkeklerle ilgilidir. Ancak Al Tayfashi kendileri gibi olgun erkekleri arayan erkeklerden de bahseder ve bu insanların soyulma ya da öldürülme tehlikesiyle karşı karşıya olmalarından ötürü ömürlerinin kısa olduğuna hükmeder. Bazı öyküler hemcins insanların birbirlerini baştan çıkarmalarında övgüyle sözeder. Bunlardan birçoğu oğlanlara ve şaraba düşkün bir şair olan Abu Nuwas hakkındadır. Abu Nuwas'la dalga geçilse de suçlanmamıştır. Diğer öyküler paedophile'yi aşağılık bir insan olarak tanıtır ve biseksüeller "hem incir hem de nar yemeyi seven", kötü şöhretli adamlar olarak anlatılabilecek insanlar diye betimlenir. Güzel bir oğlanın şehvet düşkünü erkeklerin hamlelerinden uzak tutulması gerektiği teması tüm kitap boyunca karşımıza çıkar.

Al Tayfashi'nin kitabındaki öyküler, sonuç olarak eşcinselliğin büyük ölçüde onaylandığının ya da eşcinselliğe kayıtsız kalındığının veya eşcinsellikten iğrenildiğinin "ispatı" olarak kullanılabilir.

Colin SPENCER
KAOS GL
Temmuz-Ağustos 1998

ÇAna Sayfa