Din İyilik Getiren Bir Güç mü ?
Din kelimesinin öyle çok anlamı var ki...
Din, İncil inananlara "yılanları
yutmayı" emrettiği için yılan
tutarken çıngıraklı yılanların sokmalarıyla ölen insanlardır.
Din, Rahibe Teresa'nın
Kalküta'daki fakirlere yiyecek ve giyecek dağıtmasıdır.
Din, Sri Lanka adasındaki Hindu Tamillerin ve
Budistlerin birbirlerine pusu kurup öldürmesidir.
Din, köylüleri gerilla saldırılarından
korumak için Nikaragua köylerinde yaşayıp çalışan Barış Tanıkları gönüllüleridir.
Din, uçakların gelip onları almasını
ibadet ederek bekleyen Yeni Girne'deki "kargo mezhebi" inananlarıdır.
Din, hayatını hasta Afrikalıları iyileştirmeye
adayan Albert Schweitzer'dir.
Din, Kıbrıs adasında Ortadoks Hıristiyanlarla
Müslümanlar arasında 25 yıldır süren ayrılıktır.
Din, Mevlevilerden, Oxford'daki
teologlara;"bilinmeyen dili" konuşan din adamlarından , Nobel
ödülü kazanmış olan piskopos Desmond Tutu'ya kadar herkesin etrafını çepeçevre
sarmıştır. Hindular Şiva'nın ereksiyon
halindeki penisine tapıp binlerce tanrıya ibadet ederlerken, birlikçi-evrenselci
kişilerde ateist ve agnostik olduklarını söylüyordu.
Ve kaybolan yüzlerce inanç oldu: Bir
zamanların güçlü Zeus'una, Jupiter'ine, Baal'ine, Molech'ine ve daha
pek çok tanrıya yapılan ibadetler bitmiştir. Dinin birbiriyle çelişen
binlerce yüzü vardır fakat sonuçta hepsi dindir.
Sayısal açısından, çağdaş din, 1.6
milyar Hıristiyan, 900 milyon Müslüman, 700 Hindu'dan daha fazla bir şey
ifade eder. İlk inançlar hakkında çok az şey biliniyor. Antropoglar, ilk
inancın, kabilelerin ruh inançları, Şamanizm, Animizm ve az gelişmiş dünyanın
diğer büyülü inançları olduğunu söylüyorlar.
Bu şaşırtıcı çeşitlilik din hakkında
kesin sonuçlara varmayı güçleştiriyor. Yine de evrensel olarak ifade edilen
şey, dinin " iyilik getiren bir güç " olduğudur. Neredeyse her ülkede,
dine insan ruhunun en yüce olgusu gözüyle bakılmaktadır. Başarılı
politikacılar genellikle büyük bir kiliseye bağlıydılar ve inançlılara,
inancın milletin temel direği olduğunu söylediler. Edward Gibbon Roma İmparatorluğunun
Gerileyişi ve çöküşü adlı kitabında şöyle yazar: "Roma
dünyasında sürmekte olan çeşitli inançların her birine insanlar
tarafından doğru, filozoflar tarafından yanlış ve yöneticiler tarafından
yararlı gözüyle bakıldı."
Din, gerçekten iyilik getirecek güçmüydü?
Tarihin kanıtları ve günümüzdeki olaylar bunun doğruluğunu onaylamıyor.nobel
ödülü sahibi Elie Wiesel şunları fark etmiştir. " Din ne zaman birleştirici
olmuştur ki? Din dünyaya sadece pek çok savaş ve şiddet taşıyıp pek çok
kan akıtmıştır."
Filozof Bertrand
Russell ise şöyle der: " Dinin temelleri öncelikli
olarak korkuda yatar...Bilinmeyen korkusu, zarar görme korkusu, ölüm korkusu.
Korku zulmün babasıdır ve bu yüzden din ve zulmün el ele ilerlemiş olması şaşırtıcı değildir. Benim din
hakkındaki kendi görüşüm Lucretius ile aynıdır. Ben dine korkudan
kaynaklanan bir hastalık ve insanlara anlatılmayan sefaletin gözüyle bakıyorum."
Washington D.C ' deki Etik ve Halk Politikası
Merkezinin başkanı olan Ernest Lefever dinsel savaşların son derece zalimce
olmasının sebebini, " Tanrı için bir şey yaptığınızı
hissederseniz, zulüm etme hakkını kendinizde bulursunuz " diye açıklar.
Psikolog Albert Ellis şöyle yazmıştır."
Dinsel fanatizm açık bir şekilde korkunç düzeylerde kavgalara, şiddete,
kan dökmeye, dalaşmalara, cinayetlere, çekişmelere ve soykırımlara neden
olmuştur. Her şekilde de neden
olmaya devam edecektir. Dinin yoğun bir barışçı potansiyeli vardır. Ancak
aşırı dincilik, insanlık ve merhamet karşıtı saldırganlığı körükleyerek
kişisel ve toplumsal yaralar açmıştır."
Dine çok
bağlı bazı insanlar bile bu konudaki olaylardan rahatsız olmuşlardır.
Teolog Clark Williamson Musevi karşıtlığı
için şunları söylemiştir:" Hıristiyanların Musevilere davranış biçimlerini
yazmak güçtür. Ama bu güçlük olayların inanılmazlığı değildir. Bazı
şeylerin olmuş olabileceğine ancak inanabilirse o soyut bir kavram olarak kalır.
Oysa ki bu olayların hepsi yaşanmıştır. Hıristiyanlığın açıkça sözcüklere
dökülmeyen gizli anlaşmasını katliamlarda, özellikle Nazi katliamında gördük...İsa'nın
adına vaftiz edilmişler milyonları öldürürken nasıl dinin iyilik için
var olduğu söylenebilir?
Kendilerini Hıristiyan diye adlandıran bazıları
tarafından Musevilere 1500 yıldır çektirilen acıların yoğunluğu ve
Musevi ölümlerinin çokluğu Hıristiyanlığın insan yaşamına verdiğini
iddia ettiği değer hakkında şüpheler oluşturuyor...Hıristiyanların üstün
bir din olma ve üstün bir ahlak anlayışına sahip olma konusundaki öğretileri
inanırlığını sonsuza dek kaybetmiştir."
1989'da Ayetullah
Humeyni'nin " dine küfreden
" yazar Salman Rüşdi'nin ölüm fermanını vermesinin ardından,
Amerikan gazete yazarı Leonard Larson, bunun, " dinsizlerin öldürüldüğü
ve karşı inançların ortadan kaldırıldığı eski dinsel geleneğin bir parçası
" olduğunu, eski papaların, öğretilerinin saflığını " darağacı,
kazık gibi dini aletler " kullanarak koruduğunu yazmıştır. Modern
silahların ilerlemesi ise, " artık dindarların jet uçaklarını bombalıyacakları
veya kadın güzellik salonlarına dinamit
döşeyecekleri anlamına gelir". Bunları da tamamen tanrılarına ibadet
etmenin içtenliğiyle yapacaklardır. Akademisyen Arthur Schlesinger
1989'daki konuşmasında gözlemlerini şöyle anlattı:
" Bir
tarihçi olarak, Musevi-Hıristiyan geleneğinin, insan hakları, yani
her taraftaki insanların bu dünya üzerinde yaşamaya, özgür olmaya,
mutluluk peşinde koşmaya hakkı olduğuna dair yüce düşünce konusunda bugünkü
ilgimizin temel kaynağı olarak anlatıldığını duyduğumda mutlulukla doğruluyorum.
Aslında, büyük dinsel dönemlerdeki insan hakları konusundaki ilgisizlik
yaygın şekilde biliniyor. Yalnızca yoksulluğu, eşitsizliği, sömürüyü
ve zulmü kabul etmeleriyle değil aynı zamanda köleliğe, baskıya, küçük
çocukların terk edilmesine, işkenceye ve soykırıma verdikleri coşkulu
onayla da adları kötüye çıkmıştı.
" Batı tarihinin büyük bir kısmı da,
din, hiyerarşinin, otoritenin hakkını savundu ve onları korudu. Kafirlerin
ve küfürcülerin öldürülmeleri konusunda hiçbir tereddüt taşımadı.
XVIII. Yüzyılın sonlarına kadar, işkence diğer pek çok Avrupa ülkesinde
de olduğu gibi Katolik kilisesi için
de alışılmış bir soruşturma yöntemiydi...
" İnsan
hakları dini bir fikir değildir. Avrupa'nın son dört yüzyılda ürettiği laik bir fikirdir.
Tocqueville ısrarla insancıl
ahlak anlayışını eşitlik fikrinin
yaygınlaşmasına bağlar... Auto-dafe ve
insanları kazıklarda yakmak gibi dinsel uygulamaların ortadan kalkmasını, işkencenin
ve halkın önünde yapılan
infazların yasaklanmasını, kölelerin özgürlüklerine kavuşmasını sağlayan
eşitlik çağıydı. Temel insan hakları belgeleri olan Amerikan Özgürlük
Bildirgesi ve Fransız İnsan Hakları Bildirgesi dini değil politik liderler
tarafından yazılmışlardı." Dinin insan hakları konusunda sağladığı
dokunaklı ilerlemelerden biri şudur: Kurbanlar, kafirliği " itiraf
etmeleri " için Engizisyon'da
ve Yıldız Odası'nda
işkence gördükleri için, politikacılar daha sonra, kimsenin kendi
aleyhine tanıklık yapmaya zorlanmayacağını garantileyen Beşinci Düzeltme'yi
hazırlamışlardır. İnsan hakları ve din
deyince, şunu da unutmamak gerekir ki pek
çok Hıristiyan din adamı köleliği savunmuştur. Tarihçi
Larry Hise Kölelik Taraftarı adlı kitabında , Amerika'da yayınlanmış köleliği
savunan kitapların yaklaşık yarısını bakanların yazdığını
belirtmiştir. Ayrıca, siyah ırkı hayvan gibi çalıştırmak için beyazları
siyahlara sahip olma hakkının olduğunu İncil'i kullanarak kanıtlayan 275
rahibin listesini vermiştir.
Elizabeth İngilteresinde, dinine çok bağlı
bir köle tüccarı köle taşıdığı gemilerin isimlerini İsa, Melek ve Tanrının
Lütfu koymuştur. Eğer güvertelerin altlarına zincirlenmiş harap haldeki köleler,
içinde oldukları gemilerin adlarını anlayabilselerdi, bu onlar için gerçekten
şaşırtıcı olurdu.
Ve 1600'larda İtalya'da pek çok küçük
erkek çocuğun gelecekteki insan hakları, büyük kiliselerin korolarında
ince sesleriyle şarkılar söylensin diye cerrahi yöntemlerle hadım
edildiklerinde, ihlal edilmiş oldu.
Bu arada, bugünün dünyasında, bitmek
bilmez bir biçimde dinsel savaşçılar tarafından yapılan vahşetin
haberleri geliyor. Müslüman teröristler, Hindu suikastçılar, Hıristiyan nişancılar
standart haber başlıkları oldu. California'daki Santa Barbara Barış Kaynağı
Merkezi 1988'de dünyada otuz iki savaşın sürmekte olduğunu ve bunlardan
yirmi beş tanesinin önemli derecede bir etnik, ırksal veya dinsel boyutu olduğunu
bildirmiştir. Örneğin, Müslüman Endonezya 1975'de Katolik ada devleti olan
Doğu Timor'u
işgal ettiğinde, on beş yıl içinde yüzlerce, hatta binlerce insanı
öldürmüştür. Ortadoğu'nun çok yönlü çatışmalarında da olduğu üzere, teolog Martin Marty şöyle demiştir:"
Duruma kısaca şöyle bakın...Silahların altında Kutsal Kitabın yattığını
göreceksiniz."
Yazar Amos Elon, " herkesin bir diğerinden
kendi tanrısının daha büyük olduğu iddiasıyla nefret ettiği " şehir,
Kudüs'te din ve milliyetçiliğin neredeyse eş anlamlı hale geldiğini söyler.
Din iyilik getiren bir güçmüdür? Şu kadarı
ortadadır ki din kötülük için büyük bir potansiyel taşımaktadır
ve bu potansiyel tarih boyunca defalarca ortaya çıkmıştır.
Dünyada dinle bağlantısız bir çok korkunç
olay yaşanmıştır. Kamboçya'da kırsal alandaki köylüler genellikle
ekonomik nedenlerden dolayı milyonlarca şehirliyi öldürmüştür. Latin
Amerika'da sağ kanat ölüm birlikleri, politik nedenlerden dolayı davanın
liderlerini ve öğretmenlerini öldürüyorlar. Burundi ve Ruan'da, kabileyle
ilgili nedenlerden dolayı Tutsiler (uzun olanlar) periyodik olarak Hutuları (kısa
olanlar) toplu kıyıma uğratmaktadır. Bir çok değişik sebep insanların öldürme
isteğini ateşlemektedir.
Yine de, insanlar arası zulme bir çare olması
düşünülen dinin, sıklıkla cinayetler ve çılgınlık için bir diğer
sebep haline gelmiş olması insanlık adına oldukça üzücüdür.