MEHDİ
GELDİ DE BİZ FARKETMEDİK Mİ?
AVNİ
ÖZGÜREL / 23/12/1999
Radikal
gazetesinde aşağıdaki yazının yayınlanmasının ardından Yaşar Nuri Öztürk
ATV televizyonunda ana haber bültenine konuk olarak mehdilik iddiasında
bulunmadığını, mehdilik kavramına da inanmadığını, benim sözlerimi çarpıttığını
söyledi. Dilerim bu sayfalarda yer alan kendi kaleminden çıkmış parçalar
tekzip yerine geçer.
Ancak netice itibariyle yazımın hedefine vardığını ve ifade etmeye çalıştığım
şekilde teville de olsa yanlıştan dönüldüğünü görmek, hele hele vesile
olmak benim için yeterli.
Bu arada Yaşar Nuri Bey ve çevresinde kümelenmiş hayran kitlesinin şahsıma
yönelik öfkesini de anlıyor ve hoşgörüyorum. Biliyorum ki o muhitte
bulunan herkesin zihnine inandıklarını dinin vahiy ve akıldan başka dayanağının
olmayacağı, çağımızda ihtiyacın kurtarıcı değil akılcılık olduğu
duygusunun tohumu atıldı.
Geçmişte mehdilik iddiasındaki bir başkası da Yaşar Nuri Bey gibi
"beni acınacak hale düşürmekle" tehdit etmişti. O yüzden ulusal
bir televizyon kanalının alet olduğu "uyarısını" Öztürk'ün içine
düştüğü duruma bağlıyor, onun asabiyetine yoruyorum.
MEHDİ GELDİ DE BİZ FARKETMEDİK Mİ ? |
İslamın şartı beş. Ama altıncı bir şarttan söz edilecekse bunun
'haddini bilmek' olduğunu söylüyor âlimler.
Bu açıdan, profesör ünvanı da taşıyan bir din adamının bilgisini tartışmak
bizim ne haddimiz, ne görevimiz. Ancak geçtiğimiz ay Yaşar Nuri Öztürk 'Çıplak
Uyarıcıyı İyi Dinleyin' başlıklı öyle bir yazı yazdı ki, bunu ne görmezlikten
gelmek mümkündü, ne de alimliğine hürmeten sessizlikle karşılamak.
Yaşar Nuri Bey'in Çıplak Uyarıcı diye, makalelerini topladığı bir kitabı
da var. Giriş yazısında, "Tüm çıplak uyarıcı bağlılarına selam
olsun.." dediği; "Çıplak Uyarıcı'dan nasipli" diye tanıttığı
bir "gönül dostu"nun kendisine hayranlığını mısralara döktüğü
şiirle süslediği derlemede tavrını isimlendirmişti hoca: 'Kur'an'a dönüş
hareketi.'
Öztürk, Hz. Muhammed'in kendisini 'Çıplak Uyarıcı' olarak tarif ettiğinden
bahisle şöyle diyordu: "... genelde İslam dünyasının özelde ülkemizin
bugün temel dertlerinden biri çıplak uyarıcılardan yoksunluktur.. İnsanımız
çıplak uyarıcılarla hizaya getirilmeyen riya saltanatının pençesinde kıvranmaktadır..
İnsanımız ikiyüzlülüğe teslim edilmiş (..) bu teslimiyetin sürmesi için
kitle çıplak uyarıcılara düşman olma noktasına getirilmiştir.. İnsanımız
her alanda
çıplak uyarıcılara muhtaçtır.. Keskin bakışlı, gür sesli çıplak uyarıcılara
hasret içindeyiz; çıplak uyarıcıya havadan ve sudan daha çok muhtacız.."
Yazımızın başında sözünü ettiğimiz makalesinde ise (25 Kasım. Hürriyet) 'Çıplak Uyarıcı' nın kimliğine daha bir açıklık
getirdiğini gördük Hoca'nın.
"Her topluma uyarıcı gönderilmesi fıtrat düzeninin ve uluhiyetin bir
rahmet aktivitesidir. Uyarıcılar bazen peygamber şeklinde gönderilir, bazen
de peygamberin açtığı ana yolda faaliyet gösteren mübelliğler (tebliğ
ediciler) şeklinde. Bu mübelliğler bazen müçtehid (içtihad eden, ayet ve
hadislerden hüküm çıkaran) olur, bazen müceddid.. (yenileyen, dine yeni şekil
veren.)
Aynı yazıda uyarıcının bozulmuş dengeleri düzeltmek için koştuğunu söyledikten
sonra "Bu tür konuşmalar daima sert ve sarsıcı olur. Uyarıcıların
sertliği ve ürkütücülüğü onların rahmet ve şefkatten uzaklığı anlamında
değerlendirilmemelidir (...) Esas görevleri insan kulağına ürpertici sözleri
iletmek olduğu için genelde sert ve kırıcı olurlar" diyor Yaşar Nuri
Öztürk. Resim biraz daha netleşiyor..
Bir adım daha ileri gidiyor Hoca: "Uyarıcıların çok önemli zaman
dilimlerine hitap edenlerine çıplak uyarıcı diyoruz. Ben derim ki, 15. yüzyılın,
(kameri) çıplak uyarıcısı gelmiş, görevine başlamıştır."
(Öztürk zihin karışıklığı olmasın diye Kameri 15. yüzyılın miladi 20
ve 21. yüzyılın ilk yarısını kapsadığını hatırlatıyor ve bu özelliğinden
dolayı onun Batı dünyasını da içine olan Ortak Evrensel Uyarıcı sayılması
gerektiğini belirtiyor.)
Ve ardından 'Çıplak Uyarıcı'ya has ve mukaddes kitaplara mahsus üslupla
tespitlerini sıralıyor:
".. Siz Çıplak Uyarıcı'yı dinlemediniz.. Toplumsal kıyametlerinizin
kopmuş olanları da, kopacak olanları da onun uyarılarıyla bertaraf
edilebilirdi. Ama siz ona kulak vermediniz. Onu dinlemek yerine onda kendinize
uymayan şeyler var mı diye şeytani teftişlere girdiniz.
Onun geldiği planın inceliklerini, özelliklerini düşünmeden onu sizin dünyanızın
iğreti fotoğraf ölçüleriyle yargıladınız. Çıplak Uyarıcı bir rahmet
adamı idi, ama bunu bilemediniz."
Ve "Deprem diyor ki; uyarıcıları iyi dinleyin" cümlesiyle başladığı
yazısını şu ikazlarla bitiriyor Yaşar Nuri Öztürk:
"Yeni toplumsal kıyametlere maruz kalmamak için kulak vereceğiniz ses
yine Çıplak Uyarıcı'nın sesidir. Çıplak Uyarıcı hayat memat noktasında
söz söyler ve onun söylediği sözden sonra ya felah (kurtuluş) gelir yahut
da azap hak olur!. Ey insanlar Çıplak Uyarıcı'yı önce tanıyın, sonra da
dinleyin!. İçinizden çıkarılmış bir rahmetten yararlanmayacak kadar
basiretsiz misiniz?"
Sanırım Çıplak Uyarıcı'nın kimliği konusunda zihninizde fazla bir tereddüt
kalmamıştır. Onu dinlemezseniz, yanlışını bulmaya veya teftişe kalkarsanız
başınıza gelecekleri hak etmiş olacağınızı da öğrendiniz. Deprem bu
dinlememeye karşı bir uyarıydı, benzer veya başka felaketlere de hazırlıklı
olun!.
Hatırlayacaksınız birileri depremi ülkemizde 28 Şubat sürecinde olup
bitenler dolayısıyla Allah'ın verdiği ceza diye izah ettiği için sorgulanmıştı.
Çıplak Uyarıcı'nın yazısından anlaşılıyor ki, yaşanan musibet şimdilik
daha mütevazı seviyede bir öfkenin mahsulü..
İbrahim Halveti'nin işareti Kuşadalı lakabıyla andığımız büyük din âlimi
ve mutasavvıf İbrahim Halveti (1845) üzerine yaptığı doktora çalışmasıyla
tanıdık Yaşar Nuri Öztürk'ü. Bu arifler Kutbu'nun mektuplarını da Öztürk
bir araya getirip yayımladı.
Doktora çalışması kitaplaştığında kendisini duayla andığımı da hatırlıyorum.
Ancak yeni baskıya bazı eklemeler yapmış Yaşar Nuri Öztürk, ki bana göre,
olsa olsa geçirdiği ruhsal değişimin ifadesi sayılabilir. Burada Hazreti
Pir'i "Kur'an'a dönüş hareketinin mukaddimesi" diye tanımlayan Öztürk,
onun bir sözünden hareketle,
"... Şeyhimiz yakın bir zamanda Mehdi'nin zuhur edeceğine gaza ile süluku
(savaşla yola sokma devrini) başlatacağına inanmaktadır. Bundan da anlaşılır
ki, Kuşadalı'nın beklediği Mehdi, Kur'an'a dönüşü kitlelere fikir ve
aksiyon olarak sunacak tevhid eri uyarıcıdır. (Belki yanlış resimlere bakarız
diye Öztürk bu noktada tekrar bir toparlama yaparak devam ediyor..) Onun adının
Mehdi olması gerekmiyor. Önemli olan onun getirdiği yeniden yapılanma
hareketidir."
Nihayet bizce son noktayı da şöyle koyuyor Hoca:
"... Her müceddit kendinden sonraki yüzyılın müceddidini birtakım şifreli
ifadeler kullanarak haber verir. Biz Kuşadalı'nın bu haber verme görevini
yaptığı kanaatindeyiz. Şöyle ki (.. işte burada meselenin bamteline basıyor
Öztürk) Kuşadalı'nın Mehdi'den söz eden iki mektubunun tarihi de 1260'tır.
Bu miladi takvimde 1844-1845 demektir. Kuşadalı yaşadığı zamanın müceddidi
olduğuna ve yaşadığı zamanı Mehdi'nin zuhuruna mukaddime olarak gördüğüne
göre, onun bu mektuplarını gelecek yüzyılın MEHDİ MÜCEDDİD'inin
1944-1945 yıllarında doğacağına şifreli bir işaret sayabiliriz.."
Hoca kitabın muhtelif yerlerine de kendisinin 1945 doğumlu olduğunu serpiştirmiş!.
Hani biri gözünüzden kaçarsa diğerine takılasınız diye..
Amacımız elbette Yaşar Nuri Öztürk gibi bir din bilgininin ehliyetini
tartmak değil. Dini konuların aydınlar okur-yazarlar zümresinde popüler
olmasına katkıda bulunmuş, kimi değerlendirmelerini yadırgasak da gündeme
getirdiği sorularla küllenmiş dini tartışma hayatının canlanmasına
vesile olmuş bir kişi. Belki semavi misyonu olan özel bir zat ve biz algılayamıyoruz;
belki hiç kastetmediği manaları onun cümlelerine yükleyerek bühtan ettik.
Ama Gulam Ahmet v.s. tecrübelerini yaşamış insanların evhamlılığıyla da
değerlendirse belki bazı hususların açıklığa kavuşmasına vesile oluruz
diye düşündük.